Sayelerinde çırılçıplak geziyoruz memlekette. Gözlerini, sözlerini eksik etmiyorlar çünkü üzerimizden. Ne kadar giyinsek de fark etmiyor, kafalarında hep çıplağız biz. Kıyafet özgürlüğümüz elimizden alındığı gibi, bedenimiz de bize ait değil.
Memelerimiz var mesela; ama bizimle alakaları yok. Başbakanın şiddetle tavsiye ettiği üzere, doğuracağımız üç çocuk için, kutsal ailenin yapı taşı, kutsal süt ünitesi onlar. Emzirme sütyeniyle sıkı sıkı korunsun, uslu uslu otursunlar. O kadar! Olur da elbisemizin penceresinden aksilik yapıp görünmeye kalkarlarsa vay hallerine! Elinde kumanda, kanal kanal gezen iktidar partisinin genel başkan yardımcısı düzeyinde muhatap alınıp kovulurlar.
• • •
Vajinamız var mesela; ama vajina dememiz ayıp. Böbrek, dalak gibi bir organ ama Başbakan yardımcısı tarafından yüz kızartan sözcükler listesine alındı. Yumurtalar izin verdiği sürece ayda bir kanıyor, adına regl deniyor ama o da ayıp. Kısık sesle ‘halam geldi’ dememize izin var. Bu eşsiz benzetmenin çıkış noktasını bulmak için geleneklerimizin karanlık dehlizlerine dalmaya hiç niyetim yok. Ama bu regl öyle ayıp bir şey ki, ramazanda toplum içinde yemek yiyen başörtülü kadınlar böylece regl olduklarını ilan etmiş sayıldıkları için, elbette ki bir erkek tarafından kınandı. Başörtülü bir kadın ramazanda oruç tutmuyorsa vajinası kanıyordur çünkü, misal şeker hastası olma ihtimali bu kafa için fazla bilimsel.
• • •
Dudaklarımız var bizim. Kırmızı çok yakışıyor. Ama işte, erkek üzerinde bir kilo keçiboynuzu yemişcesine afrodizyak etkisi yaratabileceğinden, THY’de kurum düzeyinde tartışıldı. Hostes kırmızı ruju sürünce ne olacak, servis yaparken, demli çay isteyen yurdum erkeğinin aktive olan testosteronu, kalbinde meydana getirdiği ritm artışıyla bedenini titretip, sıcak bardağı üzerine dökmesine neden olacak! Kırmızı rujuyla, “içecek ne alırsınız efendim” diyen kadının dudaklarının arasındaki bu büyük tehlikeye “dur” demek elbette yine erkeklerin işi.
• • •
Özgürlüklerimiz için sokağa çıktığımızda, devletin polisi saçımızdan sürükleyip, vura vura kalçamızı kırdığında, adı hatırlanmayan, -aslına bakarsanız gerek de duyulmayan-, Başbakan tarafından “ bir tane ‘kız’ mıdır, ‘kadın’ mıdır artık bilemem” olarak seslendiği insanlarız biz. Ya üzerinden etiketi sökülmemiş yeni bir tişört, ya paketi açılmış eski bir hediye… Çok affedersiniz o yüz kızartan vajinanın içindeki zar da bizim değil elbet, erkeğe sunmakla yükümlü olduğumuz, bize emanet edilmiş hazine o.
• • •
Eşek gibi çalışırız ama emeğimiz bizim değil. Merdiven altlarında, pencere pervazlarında güvencesiz, üç paraya çalıştırılıp görmezden geliniriz. Kadının yeri evi tabii de, mecburiyet olunca… Gerçi iki ucu kakalı çomak! Kadınlar iş aradığı için işsizliğin yüksek olduğu, bakan düzeyinde ciddiyetle öne sürülmüştü. En iyisi gözden ırak olsunlar, erkeklerin istemeyeceği işleri yapsınlar, bir de çok kazanıp şımarmasınlar. Maazallah kendimize güvenimiz falan gelir, başlarım böyle hayata deyip, çekip gideriz! Gerçi bu asiliğin de çaresine bakılmış. Sokak ortasında öldürülmemizin önünde pek bir engel yok. Cezası, ‘namus temizliği’ne davetiye… Tahrik indirimi memleketin erkeklik haklarının en iyi avukatı.
• • •
Biz varız ama, biz bize ait değiliz. Başbakan düzeyinde dillendirilen kürtaj yasağı, “anası tecavüze uğruyorsa neden çocuk ölsün, anası ölsün,” şeklinde başkent belediye başkanı düzeyinde ve “tecavüze uğrayan doğursun, devlet bakar,” şeklinde de bakan düzeyinde ele alınmış; ancak dibin dibi olarak tanımlanabilecek olan açıklama, görevi insanlığa karşı işlenmiş suçları araştırmak olarak belirlenmiş meclis insan hakları komisyonu başkanından gelmişti. “Tecavüzcü, kürtaj yaptıran tecavüz kurbanından daha masumdur.”
• • •
Onlar, günde beş kadının öldürüldüğü, son on yılda kadın cinayetlerinin yüzde bin dört yüz arttığı memleketimizin iktidar temsilcileri. “Biz karısını kırk yerinden bıçakladıktan sonra sokak ortasında bırakan bir ahlaksız kocayı bu güne kadar duymamıştık” diye şaşıran Bülent Arınç’ın yol arkadaşları. Bugünlerde bir hayadır, iffettir almış yürüyor. Sıfırlanamayan paralarla, kirli ortaklıkla, özgürlüğü ve hayatı yalan dolanla elinden alınmış insanlarla, öldürülen çocuklarla, çekirdek gibi çitlenen işçilerle, tabutu bedeninden ağır çeken Berkin’le, onun acılı anasını yuhalatmakla falan ilgili değil. Mesele kahkaha; ama durum gülünç değil.
• • •
Kadınlar toplum içinde kahkaha atmasın, demek; kadın katillerinin “güldü, tahrik etti, vermedi, öldürdüm” savunmasının temelini oluşturuyor. Bu, komşumuz X efendinin ağzından dökülmüş bir saçmalık olsaydı, karşısına geçip katıla katıla güler, kapısını çalıp “kim o?” dediğinde, vajina der eğlenirdik. Ama değil… Bülent Arınç, AKP’nin kadına bakışını temsilen yaptığı konuşmayla gündemi değiştirmiyor, aksine on iki yıldır hiç değişmeyen kendi gündemlerini hatırlatıyor. Örtülü, örtüsüz bütün kadınların vücudunu, gözleri ve sözleriyle yıllardır çıplaklaştırmaları hiç gülünç değil, aksine çok korkutucu. Haramdan, kıyımdan değil de, vajinadan utanıp kahkahayla irkilen bir zihniyetten ve her gün kadınları hedef alan bu tacizden nasıl kurtulacağız? Asıl soru bu.”
ALINTI: * Gözde Bedeloğlu*
10 Aralık 2014 Çarşamba
29 Kasım 2014 Cumartesi
"kişiliğiniz yoksa, öbürleri hiçtir!"
boş beyaz bir kağıda bir(1) rakamı yazın.
bu, kişiliktir. Hayatta sahip olabileceğiniz en değerli şey.
-Sonra 1'in yanına bir sıfır(0) koyun, bu başarıdır. Başarılı bir karakter (1)'i (10) yapar."
"kişiliğiniz yoksa, öbürleri hiçtir!"
işte kişiliğin açıklaması budur.
bu, kişiliktir. Hayatta sahip olabileceğiniz en değerli şey.
-Sonra 1'in yanına bir sıfır(0) koyun, bu başarıdır. Başarılı bir karakter (1)'i (10) yapar."
Sonra bir tane daha sıfır koyun, kaç oldu? 100! bu tecrübedir.On iken yüz olursunuz..
bir sıfır daha. etti 1000! yetenek. yetenek, sahip olduğunuz başarıyı ve tecrübeyi 100'ken 1000 yapar.
bir sıfır daha. etti 1000! yetenek. yetenek, sahip olduğunuz başarıyı ve tecrübeyi 100'ken 1000 yapar.
Eklenen her yeni (0) kişiliği 10 kat zenginleştirir...
disiplin için ayrı bir (0), sevgi için ayrı bir (0), gerisine de kendinizde sahip olduğunuza inandığınız diğer özelliklerinize göre ayrıca (0) ekleyin. Çıkan rakam ne kadar büyük bir insan olduğunuzu gösterir.
şimdiiiiiiiii, en baştaki 1(bir) rakamını silin.Geriye bir sürü sıfır kalır.
disiplin için ayrı bir (0), sevgi için ayrı bir (0), gerisine de kendinizde sahip olduğunuza inandığınız diğer özelliklerinize göre ayrıca (0) ekleyin. Çıkan rakam ne kadar büyük bir insan olduğunuzu gösterir.
şimdiiiiiiiii, en baştaki 1(bir) rakamını silin.Geriye bir sürü sıfır kalır.
"kişiliğiniz yoksa, öbürleri hiçtir!"
işte kişiliğin açıklaması budur.
28 Kasım 2014 Cuma
24 Kasım 2014 Pazartesi
Özgüven ve Sahip olma
Her ne kadar evrendeki tüm canlıların hayatla buluşması bir erkek ve bir dişinin birleşmesi şartına bağlanmış ise de, aslında hayata gözlerini açan her canlı, başlı başına bir varlıktır. Buradaki kilit nokta göbek bağından ayrılış anıdır. Yaradan kudret, hayatı bir sebebe bağlamıştır. Fakat aynı kudretin hiçbir bağ olmaksızın aynı işlevleri gerçekleştirmesi mümkün iken, önce bir kordonla bağlayıp sonra o kordondan ayırmasında elbette mutlak bir sır gizlidir.
Yaratılan tüm canlıların en donanımlısı olan insanoğlu; mevcudiyetinin bir sebebe bağlı oluşunu abartarak, bunu aidiyet olgusu haline dönüştürüp, süreceği hayatı hem kendisine hem de iletişim halinde olduğu o güzide sıfatlara zindan ederken, akıl nimetinden yoksun fakat verilen içgüdü nimetini en iyi şekilde kullanarak paylaşım ve aidiyet sınırını muhteşem bir çizgiyle çizen hayvanata imrenmemek elde değil doğrusu. Aslına bakarsak, gerek anne baba çocuk, gerekse tüm ikili ilişkilerde, bir türlü kurulamayan bir denklem söz konusudur. Bu denklem sahip çıkma ve sahip olma arasında ki yegâne sınırdır. Öncelikle anne-baba- çocuk ilişkisine bakacak olursak, aslında tüm ebeveynlerin ortak serzenişinin şu olduğunu görürüz.
“Bu çocuk söz dinlemiyor, bu çocuk kime çekti bilmem, bu çocuk hırçın, bu çocuk asi” vs vs, uzar
gider hezeyanlar zinciri. Dikkat ederseniz, hayata gözlerini açan her çocuk, dahası her canlı, verilen her şeye itiraz halindedir. Çünkü göbek bağı denilen kordondan ayrılmasıyla birlikte verilen mesajın farkındalığı ile hayata gözlerini açar tüm canlılar.
Çünkü mükemmel bir donanımla donatıp, hayat veren o muhteşem kudret, aidiyet duygusundan muaf kılarak halk eder eserini. Bu nedenledir ki, bir canlıya doğumundan hemen sonra, öğreteceğiniz her şeyi ısrarlı çabalarınız sonucu kabullendirebilirsiniz ancak. Size göre varlığına sebep olduğunuz canlı size aittir. Ve onun tüm hayatında hüküm sürebilme hakkına sahip olduğunuz yanlışıyla başlar hatalar zinciri. Oysa unuttuğunuz bir şey vardır. Size verilen misyon sadece sahip çıkmaktır, sahip olmak değil.
Örneğin;
Hiç düşündünüz mü, ergenlik çağı denilen olgunun açılımını?
Neden belli bir zamana kadar bir şekilde kabul ettirdiğiniz gerçeklere itirazlar belli bir zamanda ayyuka çıkar?
Neden birden bire sallanmaya başlar hükümranlık tahtınız?
Neden paniklemeye başlarsınız, fizyolojik ve ruhsal değişimler karşısında?
Çünkü fıtratın uyanışıdır ergenlik dönemi. Çünkü farkındalığın keşfidir.
Çünkü kimliğin oluşmasıdır. İşte tamda bu aşamada şanslı azınlığın dışında kalan ebeveynlerin büyük çoğunluğu genellikle her türlü baskıyı mübah kılarak sindirme politikasını devreye sokar.
Aslına bakarsanız başarılı da olurlar. Adı ister birliktelik olsun, ister evlilik, sürdürülemeyen tüm birlikteliklerin özünde yatan aidiyet sorunu bu başarının en güzel göstergesi değil midir?
Çünkü biz; öyle ya da böyle, bir şekilde empoze edilen sahip olma duygusuyla başlıyoruz tüm birlikteliklerimize. Söz konusu olan, her iki tarafında keyif alarak yaşayacağı paylaşımlar iken,mecbur kalmalar ya da mecbur bırakılmalarla birlikte bazen tek taraflı, bazen karşılıklı birbirini paylaşamama durumu hasıl oluyor.
Önceleri;
“Nerdeydin, kiminleydin, neden aramadın, aradım neden açmadın, arayan kimdi, o kim, bunu nereden tanıyorsun, beni neden götürmedin” diye başlayan sorgulamalar, adı ister birlikte aynı evi paylaşmak olsun, ister nikâh memuruna tescillettirilmiş yasal birliktelik olsun, yerini “ben geldiğimde evde olacaksın, bu saatte nereye, mesaj kimdendi, ne diyordu, ne düşünüyorsun, tabiri caizse nefes aldın mı, verdin mi “paranoyaklığına bırakır. Aslında gemi su almaya başlamıştır.
Fakat bir taraf her ne kadar uyanıp uyarmaya çalışsa da, minareyi çalanın kılıfı her daim hazırdır.
“Çünkü seni o kadar çok seviyorum ki.” diye uzar kavram kargaşaları. Oysa sevgi karşılıklı güven ister, özveri ister, anlayış ister, olgunluk ister, bağlılık ister, sonsuz bir saygı ister.Eğer bu kavramlar var ise zaten sorgulamanıza gerek kalmadan paylaşılacaktır soru işareti oluşturabilecek olgular. Çünkü eğer partnerinize, ”Sana her halükarda inanıyorum ve güveniyorum” yahut da
“Doğrularına katılmayabilirim, fakat seni anlayabilirim, anlayamadığım noktada da saygı ve seviyeyi örselemeden ilişkinin akıbetine karar verebilirim” izlenimini yalnızca sözlerle değil, zaman içinde sergilediğiniz davranışlarınızla da doğru şekilde ifade etmişseniz, partnerinizin yalan söyleme lüksü yoktur.(Eğer ki buna rağmen yalan söylediğinden emin iseniz, yol verin gitsin zaten.)
Çünkü;
Sahip olma duygusu aşama aşama boyut kazanan bir duygudur. İnsanın fıtratındaki tamahkar zemin bu olguyu mütemadiyen destekler. Ta ki
Bir tarafın “yoruldum artık, boğma beni, ne sen beni üz, ne ben seni”
cümlelerini diğer tarafın irkilerek, aslında kendinin de inanmadığı
“ama ben…”diye başlayan açıklamalarını “peki, artık karışmayacağım, yormayacağım,boğmayacağım” telkinleri takip eder. Fakat nafile
büyü bozulmuştur bir kere tabiri caizse.
Zaman
“Geçti borun pazarı, sür eşeği Niğde’ye” zamanıdır.
Geçmiş ola…
Örneğin;
Hiç düşündünüz mü, ergenlik çağı denilen olgunun açılımını?
Neden belli bir zamana kadar bir şekilde kabul ettirdiğiniz gerçeklere itirazlar belli bir zamanda ayyuka çıkar?
Neden birden bire sallanmaya başlar hükümranlık tahtınız?
Neden paniklemeye başlarsınız, fizyolojik ve ruhsal değişimler karşısında?
Çünkü fıtratın uyanışıdır ergenlik dönemi. Çünkü farkındalığın keşfidir.
Çünkü kimliğin oluşmasıdır. İşte tamda bu aşamada şanslı azınlığın dışında kalan ebeveynlerin büyük çoğunluğu genellikle her türlü baskıyı mübah kılarak sindirme politikasını devreye sokar.
Aslına bakarsanız başarılı da olurlar. Adı ister birliktelik olsun, ister evlilik, sürdürülemeyen tüm birlikteliklerin özünde yatan aidiyet sorunu bu başarının en güzel göstergesi değil midir?
Çünkü biz; öyle ya da böyle, bir şekilde empoze edilen sahip olma duygusuyla başlıyoruz tüm birlikteliklerimize. Söz konusu olan, her iki tarafında keyif alarak yaşayacağı paylaşımlar iken,mecbur kalmalar ya da mecbur bırakılmalarla birlikte bazen tek taraflı, bazen karşılıklı birbirini paylaşamama durumu hasıl oluyor.
Önceleri;
“Nerdeydin, kiminleydin, neden aramadın, aradım neden açmadın, arayan kimdi, o kim, bunu nereden tanıyorsun, beni neden götürmedin” diye başlayan sorgulamalar, adı ister birlikte aynı evi paylaşmak olsun, ister nikâh memuruna tescillettirilmiş yasal birliktelik olsun, yerini “ben geldiğimde evde olacaksın, bu saatte nereye, mesaj kimdendi, ne diyordu, ne düşünüyorsun, tabiri caizse nefes aldın mı, verdin mi “paranoyaklığına bırakır. Aslında gemi su almaya başlamıştır.
Fakat bir taraf her ne kadar uyanıp uyarmaya çalışsa da, minareyi çalanın kılıfı her daim hazırdır.
“Çünkü seni o kadar çok seviyorum ki.” diye uzar kavram kargaşaları. Oysa sevgi karşılıklı güven ister, özveri ister, anlayış ister, olgunluk ister, bağlılık ister, sonsuz bir saygı ister.Eğer bu kavramlar var ise zaten sorgulamanıza gerek kalmadan paylaşılacaktır soru işareti oluşturabilecek olgular. Çünkü eğer partnerinize, ”Sana her halükarda inanıyorum ve güveniyorum” yahut da
“Doğrularına katılmayabilirim, fakat seni anlayabilirim, anlayamadığım noktada da saygı ve seviyeyi örselemeden ilişkinin akıbetine karar verebilirim” izlenimini yalnızca sözlerle değil, zaman içinde sergilediğiniz davranışlarınızla da doğru şekilde ifade etmişseniz, partnerinizin yalan söyleme lüksü yoktur.(Eğer ki buna rağmen yalan söylediğinden emin iseniz, yol verin gitsin zaten.)
Çünkü;
Sahip olma duygusu aşama aşama boyut kazanan bir duygudur. İnsanın fıtratındaki tamahkar zemin bu olguyu mütemadiyen destekler. Ta ki
Bir tarafın “yoruldum artık, boğma beni, ne sen beni üz, ne ben seni”
cümlelerini diğer tarafın irkilerek, aslında kendinin de inanmadığı
“ama ben…”diye başlayan açıklamalarını “peki, artık karışmayacağım, yormayacağım,boğmayacağım” telkinleri takip eder. Fakat nafile
büyü bozulmuştur bir kere tabiri caizse.
Zaman
“Geçti borun pazarı, sür eşeği Niğde’ye” zamanıdır.
Geçmiş ola…
Rukiye KÜÇÜK
hoşçakal içinde çakallıkları barındıran bir cümledir ikili ilişkilerde.
Örneğin; sevgilinizle küçük bir tartışma yaşadınız hemen ardından bir mesaj alırsınız ‘’artık sen bana tahammül edemiyorsun, Hoşçakal’’, ‘’ sen beni eskisi kadar sevmiyorsun, hoşçakal’’, ‘’seni daha fazla üzmek istemiyorum, Hoşçakal’’, ‘’senden nefret ediyorum, hoşçakal’’, ’’ben gidiyorum ama mutlu olmanı istiyorum, hoşçakal’’ vs. vs.
Yahut da telefon da konuşuyorsunuzdur biri diğerinin söylediğine alınır. Önce derin bir suskunluk ardından ‘’konuşmak istemiyorum, hoşçakal’’, ‘’seni kırmak istemiyorum, hoşçakal’’. Hele ki sesiniz biraz yükselmeye dursun ‘’seni dinlemiyorum, hoşçakal’’. Eğer kapaklı bir telefon kullanıyorsa partneriniz yandınız. Önce bir şlapp sesi (eskiden bu sesin adı çatt dı) ardından dıt dıt sinyaliyle beyninizde eko yapan bir ses haline gelir hoşça kal.
Ya da suratınıza pat diye kapanan bir kapının hemen öncesinde en son duyacağınız cümledir hoşça kal.
Yahu benim hoş kalmamı istiyorsan bir kere neden olur olmaz triplere giriyorsun? Neden telefonu ya da kapıyı suratıma çarpıyorsun? Yahu neden terk ediyorsun? Eğer bütün bunları yapıyorsan neden hoşça kal diyorsun?
Sana ne benim nasıl kalacağımdan. İster hoş kalırım ister boş. İster zil takıp oynarım istersem yas tutarım. Sen gitsene yoluna sana ne arkadaşım?
Kaldı ki hangi hoşça kal diye veda edenin gidebildiğini yazmıştır koca tarih?
Yahu kim gidebilmiş söylesenize hoşça kal dedikten sonra ardına bakmadan?
En derin ve duygusal adamlar olarak anılan şairler bile hoşça kal dedikleri hangi sevgiliyi gömebilmiştir? ‘’seni içimden terk ediyorum’’, diyen Kahraman Tazeoğlu gidebilseydi eğer o sayfalarca şiir yazılabilir miydi? Şairin yüreklisi de hoşça kal diyemez ki zaten.
En fazla ‘’içimde ölürsün’’ der mesela. ‘’Kuru bir yaprak gibi eline düştü, istersen rüzgâra salıver gitsin’’, der Necip Fazıl gibi. Ya da ‘’ vur bitsin’’, der İbrahim Sadri gibi, öyle terk eder.
Hiç kimse kandırmasın kendini, hoşça kal içinde çakallıkları barındıran bir cümledir ikili ilişkilerde.
Hoşça kal= blöftür
Hoşça kal= tehdittir
Hoşça kal= korkaklıktır
Hoşça kal= kurnazlıktır
Hoşça kal= şeytanlıktır
Hoşça kal= basitliktir
Aslında hiçbir yere gidemeyeceğinin yegâne göstergesidir.
Kaldı ki gitmeye karar vermiş ise muhatabınız sizin nasıl kalacağınız aslında çokta umurunda değildir zaten (sadece vicdanına dokunan yanlar hariç. Varsa tabii vicdanı)
Haydi, umurundasınız diye iyimser bir tablo çizelim.
Her halükarda gerçekten giden asla hoşça kal demez. Umurunda değilseniz buna gerek görmez. Umurunda iseniz yüreği kaldırmaz yine diyemez.
Hâsılıkelâm
Her yanınızda duranı sizinle zannetmeyin. Kulak verin yüreğine. Eğer yüreğinizle aynı ritim de atmıyorsa yüreği, ağır ağır yol almaya başlamıştır partneriniz. Milim milim eksilir de farkında olmazsınız. Bir gün bakmışsınız ki yerinde yeller esiyor.
Unutmayın sessiz sedasız gider gerçekten giden.
Çakallardır hoş/çakal vedaları eden
Rukiye Küçük
ERKEĞİN BİR KADINA BAĞLANAMAMASINDA Kİ PROBLEM NE?
Diyelim ki bir erkek aşkın çevre yolunda arabasında ilerliyor ve ilişkide olduğu kadın da...
Sağ tarafta bir çıkış noktası...Ama oraya sapmak istemiyor adam.Kaptırıp gitmek istiyor yolda..
Ama kadın;
Hey! Benzin,yemek, bakım....Bu bizim çıkışımız..Mutluluk için her şey burada, şimdi hemen sapmalısın buraya! diyor..
Adam bir alttaki tabelaya bakıp düşünüyor..Bir sonraki çıkış 25 mil sonra..Başarabilirim!
Bazen başarıyor, bazen başaramıyor..Bazen araba yolun kenarında bozulup motordan dumanlar çıkararak pes ediyor...
Ve adam yol kenarına çöküp şöyle geçiriyor içinden: Sanırım mil hesabında bir yanlışlık yaptım...
(jerry seinfeld-Seinlanguage’den paragraf)
14 Kasım 2014 Cuma
"TÜRK KADINI"
Ey "TÜRK KADINI":
Daha ne duruyorsun, senin dinin, senin türbanın, senin eteğin, senin dekolten, senin kızın, senin annen, senin arkadaşın, senin komşun, senin can yoldaşın, senin bedenin,senin özgürlüğün üzerinden, yıllardır siyaset yapıp, malı götüren, sana tecavüz eden, seni hem
cinsinle aldatıp, o da kadın diyerek kadını kadına kırdıran, o açık o kapalı diyerek, seni bölen, o evlenilecek o eğlenilecek kadın diyerek, seni aşağılayan, her tür kötü davranışının sorumluluğunu sana yükleyen, sermaye ve güç sahibi olanlara daha ne kadar sessiz kalacaksın?
cinsinle aldatıp, o da kadın diyerek kadını kadına kırdıran, o açık o kapalı diyerek, seni bölen, o evlenilecek o eğlenilecek kadın diyerek, seni aşağılayan, her tür kötü davranışının sorumluluğunu sana yükleyen, sermaye ve güç sahibi olanlara daha ne kadar sessiz kalacaksın?
Bilgelik
"Ne bilgeler bilgeliği ararlar, ne de bilgisizler bilgeliğin ardına
düşerler." Sokrates
Bilgelik nedir? Bilgililik midir? Bilgi büyük bir güçtür ancak, bilgelik bu gücün kullanılması, hayata uygulanması ve başkalarına aktarılmasıdır. Diğer bir söylem ile bilgelik, tümüyle nesnel olan "bilgi" ile öznel sayılabilen "erdem"in birleşiminden oluşan olgunluk ve insanın öz varlığını bilmesinden doğan bir içsel
aydınlıktır.
Herkes doğuştan zeki, cesaretli, girişimci, sosyal ve uyumlu olabilir ama kimse doğuştan bilge olamaz. Bilgelik arayışı, bir kimsenin, kendi güçlerini kullanmasının arayışı da olduğundan, çok soylu bir çabadır.
Eğer bir kimse, güçlü ve zayıf noktalarının bilincine varmışsa, öz güveninin arttığını hissediyorsa, engelleri aşarken ahlak kurallarını çiğnemiyorsa, bilgelik yolunda önemli mesafeler almış demektir. Bu durumda da işi bitmiş değildir. Bilgelik yolculuğu bir süreçtir, bir noktaya varmakla bitmez. .
Birtakım bilgileri hafızaya yerleştirmek, kişiyi bilgelik yoluna götürmez. Hatta öyle bilgiler vardır ki, kişiyi bilge yapmak bir yana,bu bilgiler onun için sadece bir yüktür. Bu yüzden bilge insan,kendine faydası dokunmayacak bilgi ile ona gerekli olan bilgi arasındaki farkı bilebilendir. Ama bir bilgin öyle değil... Çoğu
bilgin taşımakta olduğu gereksiz bilgiler yüzünden bilgeliğe yönelemez.
Olgunluk ve yaşlanma arasında çok önemli ve büyük bir fark vardır ve insanların kafası, bu konuda hep karışık kalmıştır. İnsanlar,yaşlanmanın olgunlaşmak olduğunu zannederler, ancak yaşlanma bedene ait bir olgudur. Herkes yaşlanıyor, herkes ihtiyarlayacak ama olgunluk her zamanda yaşla paralel ilerlemiyor. Olgunluk, içsel bir gelişimdir.
Bilgelik, ruh ve sezgiyle de ilgili bir durumdur ve aklı kullanarak olgunlaştıkça gelişir. Netice itibariyle, önemli olan yaşlanmadan bilge olabilmektir.
Söz Yetmese Bile....
Seni seviyorum,her sabah kalktığımda bir günü daha seninle geçirecek olmanın mutluluğunu yaşatıyorsun bana . Ben güne seninle başlıyorum ve her gün hayatı seninle yeniden keşfediyorum.
Seni seviyorum, Çünkü gökkuşağının her tonunu gölgede bırakan bir parlak renksin. her şey Senin rengini taşıyor. Ve benim için ancak o zaman anlamlı oluyor.
Seni seviyorum çünkü soğuk günlerimde içimi ısıtan ılık rüzgarsın. Sıcak günlerimde ise ferahlık veren kuzey rüzgarı gibi iliklerime işleyerek esiyorsun
Seni seviyorum, çünkü her şeyde sen varsın. Nasıl olmayasın ki .... sanki sen doğduğumdan beri içimde idin yüreğimin en derin köşesinde idin sanki ortaya çıkmak için beni bekliyordun ve ben orada olduğunu fark edince hak ettiğin yere çıkartım seni .
Seni seviyorum çünkü hep benimlesin seni görmem için yüzüne bakmam gerekmiyor. Gözümü kapatsam oradasın. Gördüğüm her yüz aslında senin.
Seni seviyorum çünkü gözlerinin içinde binlerce yıldız, gecenin karanlığını delip geçiyor. Sen bana bakarken ben kendimi yıldızlara bakıyor gibi hissediyorum. O yıldızların parlaklığında kaybediyorum kendimi
Gözlerim kamaşıyor ama şikayetçi değilim aydınlığından Güneş doğmasa, yıldızlar kaybolmasa diyorum, ama biliyorum ki güneşimde sen olacaksın. Gecenin sonunda. Bu kez daha parlak daha aydınlık çıkacaksın karşıma
Seni seviyorum çünkü saçların elimin arasında kayıp giderken dünyadaki cenneti bulmuş gibi hissediyorum kendimi. Cennetin sahibi sensin biliyorum ki sadece izin verdiklerin girebilir o cennete ben o cennette kalmaya kararlıyım.
Seni seviyorum çünkü, her gülümseyişin içime yeniden yaşama sevinci dolduruyor. Her gülümseyişinin karamsarlığı yıkıyor. Umutsuzluğu parçalıyor, bir çiçek bahçesine çeviriyor çorak dünyamı.
Bir çiçek dedim ya, bir çiçek adı verseydim sana papatya olurdun; açılışıyla dünyaya, insanlara baharın geldiğini müjdeleyen papatya ... iddiasız ama güzel, Güzel ama kibirsiz....
Seni sevdiğimi anlatmaya çalışırken ne kadar çaresiz olduğumu görüyorum her sözcükten sonra durup tekrar tekrar düşünüyorum, seni sana yeterince anlatabildim mi diye... Biliyorum ki yetmeyecek , bu kadar sözcükten sonra bile sana olan sevgimi anlatamamış olacağım.
Sözcüklerin bittiği yerde gözlerime bak. Onlar sana olan bu sevgimi daha iyi anlatacaklardır.
Seni seviyorum, çünkü her şeyde sen varsın. Nasıl olmayasın ki .... sanki sen doğduğumdan beri içimde idin yüreğimin en derin köşesinde idin sanki ortaya çıkmak için beni bekliyordun ve ben orada olduğunu fark edince hak ettiğin yere çıkartım seni .
Seni seviyorum çünkü hep benimlesin seni görmem için yüzüne bakmam gerekmiyor. Gözümü kapatsam oradasın. Gördüğüm her yüz aslında senin.
Seni seviyorum çünkü gözlerinin içinde binlerce yıldız, gecenin karanlığını delip geçiyor. Sen bana bakarken ben kendimi yıldızlara bakıyor gibi hissediyorum. O yıldızların parlaklığında kaybediyorum kendimi
Gözlerim kamaşıyor ama şikayetçi değilim aydınlığından Güneş doğmasa, yıldızlar kaybolmasa diyorum, ama biliyorum ki güneşimde sen olacaksın. Gecenin sonunda. Bu kez daha parlak daha aydınlık çıkacaksın karşıma
Seni seviyorum çünkü saçların elimin arasında kayıp giderken dünyadaki cenneti bulmuş gibi hissediyorum kendimi. Cennetin sahibi sensin biliyorum ki sadece izin verdiklerin girebilir o cennete ben o cennette kalmaya kararlıyım.
Seni seviyorum çünkü, her gülümseyişin içime yeniden yaşama sevinci dolduruyor. Her gülümseyişinin karamsarlığı yıkıyor. Umutsuzluğu parçalıyor, bir çiçek bahçesine çeviriyor çorak dünyamı.
Bir çiçek dedim ya, bir çiçek adı verseydim sana papatya olurdun; açılışıyla dünyaya, insanlara baharın geldiğini müjdeleyen papatya ... iddiasız ama güzel, Güzel ama kibirsiz....
Seni sevdiğimi anlatmaya çalışırken ne kadar çaresiz olduğumu görüyorum her sözcükten sonra durup tekrar tekrar düşünüyorum, seni sana yeterince anlatabildim mi diye... Biliyorum ki yetmeyecek , bu kadar sözcükten sonra bile sana olan sevgimi anlatamamış olacağım.
Sözcüklerin bittiği yerde gözlerime bak. Onlar sana olan bu sevgimi daha iyi anlatacaklardır.
Oğullarınızı iyi yetiştirin.
Karşı cinse saygı duymayı öğretin.
Gece yarısı evine dönen kadının “aranmadığını” öğretin.
Bir kadının omzuna arkadaş olarak da sarılabileceğini öğretin.
Dokunmaktan korkmamasını öğretin.
Sevmenin değer verme olduğunu öğretin.
Sahip çıkmayla sahibi olmanın farklı olduğunu öğretin.
Bulunmaz hint kumaşı olmadıklarını; olsalar bile burun silinen mendillerinde kumaştan yapıldığını; hiç kimseyi küçük görmemeyi öğretin.
Ama bunları önce kendi içinizdeki çocuğa öğretin.
Seninle yaşlanmak istiyorum...
Ben seninle çay içmek istiyorum.
Seni duymak, seni görmek, seni bilmek, seni yanımda hissetmek istiyorum. Sana şiir okumak istiyorum,… yazmaktan bıktım, usandım.
Ben artık yazıları sana söylemek istiyorum.
Küçük bir evde, büyük hayaller kurmak istiyorum.
Sobanın yanında, seninle birlikte,
üşüyen ellerimi çayın sıcaklığına bırakmak istiyorum.
Ben aslında sevmek değil, seninle yaşlanmak istiyorum...
Özdemir Asaf
Seni duymak, seni görmek, seni bilmek, seni yanımda hissetmek istiyorum. Sana şiir okumak istiyorum,… yazmaktan bıktım, usandım.
Ben artık yazıları sana söylemek istiyorum.
Küçük bir evde, büyük hayaller kurmak istiyorum.
Sobanın yanında, seninle birlikte,
üşüyen ellerimi çayın sıcaklığına bırakmak istiyorum.
Ben aslında sevmek değil, seninle yaşlanmak istiyorum...
Özdemir Asaf
Kör değildim, sadece güvenmiştim!
Artık hatırlanmaya değecek kadar bile kalmadın. Seni unutmak hakkım! Unutkan biri değilimdir ama sen bende hatırlanacak hiçbir şey bırakmadın. Benim unutulmuşum olmak bile güzeldir, bil. Aşk mı? Aramızda kaldı; içimizde değil… Yanlış aşkta doğru aranmaz. Ama yine de oku istiyorum. Cümlelerimde gizlenmiş duygudan ne anladığını benim nasıl yazdığım değil, senin nasıl okuduğun belirler.
“Kör müydü gözlerin, nasıl göremedin” diye sordular senden sonra. Kör değildim. Ve hayatımda en çok iki kere parlamıştı gözlerim. Birincisi seni ilk gördüğüm, ikincisi giderken ardından baktığım gün. İlkinde aşkın ışığından, ikincisinde gözyaşlarımdan… O iki anın arasındaysa hep kapalıydı gözlerim. Aşkına inandığımdan.
Kör değildim, sadece güvenmiştim!
Not: Bugün seni düşünmeden yaşayabilmeyi başardığım ilk gün. Hadi topla seni benden. Kalbim seni uğurluyor. Al bu yara sende kalsın. Artık beni acıtmıyor.
6 Kasım 2014 Perşembe
Hayattan Ne Öğrendim
Sonsuz bir karanlığın içinden doğdum. Işığı gördüm, korktum. Ağladım.
Zamanla ışıkta yaşamayı öğrendim.
Karanlığı gördüm, korktum.
Gün geldi sonsuz karanlığa uğurladım sevdiklerimi…
Ağladım.
Yaşamayı öğrendim.
Doğumun, hayatın bitmeye başladığı an olduğunu;
Aradaki bölümün, ölümden çalınan zamanlar olduğunu öğrendim.
Zamanı öğrendim.
Yarıştım onunla...
Zamanla yarışılmayacağını, zamanla barışılacağını, zamanla öğrendim...
İnsanı öğrendim.
Sonra insanların içinde iyiler ve kötüler olduğunu...
Sonra da her insanin içinde iyilik ve kötülük bulunduğunu öğrendim.
Sevmeyi öğrendim.
Sonra güvenmeyi...
Sonra da güvenin sevgiden daha kalıcı olduğunu,
Sevginin güvenin sağlam zemini üzerine kurulduğunu öğrendim.
İnsan tenini öğrendim.
Sonra tenin altında bir ruh bulunduğunu…
Sonra da ruhun aslında tenin üstünde olduğunu öğrendim.
Evreni öğrendim.
Sonra evreni aydınlatmanın yollarını öğrendim.
Sonunda evreni aydınlatabilmek için önce çevreni aydınlatabilmek gerektiğini öğrendim.
Ekmeği öğrendim.
Sonra barış için ekmeğin bolca üretilmesi gerektiğini.. .
Sonra da ekmeği hakça üleşmenin,
Bolca üretmek kadar önemli olduğunu öğrendim.
Okumayı öğrendim.
Kendime yazıyı öğrettim sonra...
Ve bir sure sonra yazı, kendimi öğretti bana...
Gitmeyi öğrendim.
Sonra dayanamayıp dönmeyi...
Daha da sonra kendime rağmen gitmeyi...
Dünyaya tek başına meydan okumayı öğrendim genç yasta...
Sonra kalabalıklarla birlikte yürümek gerektiği fikrine vardım.
Sonra da asil yürüyüşün kalabalıklara karsı olması gerektiğine aydım.
Düşünmeyi öğrendim.
Sonra kalıplar içinde düşünmeyi öğrendim.
Sonra sağlıklı düşünmenin kalıpları yıkarak düşünmek olduğunu öğrendim.
Namusun önemini öğrendim evde...
Sonra yoksundan namus beklemenin namussuzluk olduğunu;
Gerçek namusun, günah elinin altındayken, günaha el sürmemek olduğunu öğrendim.
Gerçeği öğrendim bir gün...
Ve gerçeğin acı olduğunu...
Sonra dozunda acının,
Yemeğe olduğu kadar hayata da lezzet kattığını öğrendim.
Her canlının ölümü tadacağını,
ama sadece bazılarının hayati tadacağını öğrendim.
Dostlarım,
Ben dostlarımı ne kalbimle ne de aklımla severim.
Olur ya...
Kalp durur...
Akil unutur...
Ben dostlarımı ruhumla severim.
O ne durur, ne de unutur...
(Hz. Mevlana)
Üflesen geçer mi ?
Yorulmuştum artık... Dayadım başımı annemin göğsüne..
Anne Dedim ; Çocuk olsam keşke...
Yüzüme baktı niye der gibi..!
Ben küçükken düşerdim ya hani ;
Sen yaralarıma üfleyince geçerdi acısı.
Buruk bir sesle evet yavrum ' dedi...
Şimdi de içim acıyor ANNE... Üflesen geçer mi ?
Anne Dedim ; Çocuk olsam keşke...
Yüzüme baktı niye der gibi..!
Ben küçükken düşerdim ya hani ;
Sen yaralarıma üfleyince geçerdi acısı.
Buruk bir sesle evet yavrum ' dedi...
Şimdi de içim acıyor ANNE... Üflesen geçer mi ?
ama öğrendim!...
Verdiğim değeri hak etmeyen insanları silmeyi, arkama dönüp bakmamayı, hiç kimse için kendime saygımı yitirecek bir şey yapmamayı. Gözyaşlarımın değerini bilmeyi ve onları üç kuruşluk insanlar için harcamamayı, ben izin vermeden kimsenin beni üzemeyeceğini, kendimin her şeyden önemli olduğunu. Zor oldu, geç oldu, ama öğrendim!...
Cumhuriyet!!!
ATA'YI TASVİR
Onun için diyorlar ki;
Gözlerindeki mavi ,
Ummanlarla yarışır
Bakışlarındaki ışık
Güneşi utandırır .
O gözler ki,
Ölüme dik bakardı .
Düşmanları çiviler ,dostlarını okşardı .
O gözlerde,o ruhta ,
Kartalla güvercin birlikte yaşardı .
O gözler ki gecelerde sabahtı .
Onun için diyorlar ki ,
Bu kudretli adamın gücü,
Kaba kuvvette değil ,
Zekada ve haktaydı .
Aydınlık güzel günlere
Ölesiye inanmaktaydı .
O, ayağını topraktan ,
Gözünü gelecekten ayırmayan
Hayatını ülkesine adayan
Eşsiz bir dahi, muzaffer komutandı .
Onun için diyorlar ki,
Yılkı atları gibi ölesiye özgürdü
ve
Yüce dağlar gibi baktıkça baş döndürürdü.
O' nun kinleri hep barışla biterdi .
Çünkü O, dünyanın
Harp ve sulh kahramanı ,
Mazlum ulusların ,
Bağımsızlık şiarıydı .
Çok iyi bir demokrat ,
İnançlı bir cumhuriyetçi ,
Yılmaz bir devrimciydi .
Onun için diyorlar ki ,
O,bir mucizeydi ,
Mucizeler yarattı .
Parçalanmış teslim olmuş bir devin küllerinden
Yeni bir devlet ,
Umudunu yitirmiş bir tebadan
Özgür ve bağımsız millet yarattı .
Yaratmak O' nun genlerinde vardı .
Gözlerindeki mavi ,
Ummanlarla yarışır
Bakışlarındaki ışık
Güneşi utandırır .
O gözler ki,
Ölüme dik bakardı .
Düşmanları çiviler ,dostlarını okşardı .
O gözlerde,o ruhta ,
Kartalla güvercin birlikte yaşardı .
O gözler ki gecelerde sabahtı .
Onun için diyorlar ki ,
Bu kudretli adamın gücü,
Kaba kuvvette değil ,
Zekada ve haktaydı .
Aydınlık güzel günlere
Ölesiye inanmaktaydı .
O, ayağını topraktan ,
Gözünü gelecekten ayırmayan
Hayatını ülkesine adayan
Eşsiz bir dahi, muzaffer komutandı .
Onun için diyorlar ki,
Yılkı atları gibi ölesiye özgürdü
ve
Yüce dağlar gibi baktıkça baş döndürürdü.
O' nun kinleri hep barışla biterdi .
Çünkü O, dünyanın
Harp ve sulh kahramanı ,
Mazlum ulusların ,
Bağımsızlık şiarıydı .
Çok iyi bir demokrat ,
İnançlı bir cumhuriyetçi ,
Yılmaz bir devrimciydi .
Onun için diyorlar ki ,
O,bir mucizeydi ,
Mucizeler yarattı .
Parçalanmış teslim olmuş bir devin küllerinden
Yeni bir devlet ,
Umudunu yitirmiş bir tebadan
Özgür ve bağımsız millet yarattı .
Yaratmak O' nun genlerinde vardı .
küçük kadını geri istiyorum.
En son ne zaman hayal kurdum? Nerede, kimde, ne zaman bıraktım hayal kurmayı, nasıl unuttum? Nasıl korkar oldum hissetmekten? En son ne hissettim gerçekten? Kalbim en son ne zaman attı isteyerek? Son nefesimi ne zaman aldım içten? En son kime güvendim de güvenmeyi bıraktım ben? Kim ağlattı beni uyurken? Aynadaki ben miyim? Gözlerimin altındaki siyah halkalar bana mı ait? Ne zaman böyle çirkin oldum? Kendime dikkat etmeyeli kaç mevsim, kaç ayrılık oldu kim bilir. Ne zaman yaşlandım? Bu çizgiler nasıl oluştu bir kaç saat içinde? Yüzyıllardır uyuyor muyum yoksa? Belki ayakta uyutuldum. Kim yaptı bunları çıksın bir adım öne! Katilim kim bilmek istiyorum. Kendimi geri istiyorum. Sevmedim bu yeni aptal kadını. İçi ölmüş, çürümeye başlamış bu kadın ‘ben’den çok uzak. Geri getirin beni bana. Kendiyle kavga eden, içinde savaşlar çıkan, içinde çocuklar ölen ama içi boş olmayan küçük kadını geri istiyorum.
iYiYiM BEN.....!!
Biraz Üzüldüm Sadece , Ağlarsam Hepsi Geçecek....
KALBiM Kırıldı , Buruk Bir Sevinç Öldü İçimde Ama Ben İyiyim....
Dokunamadığım , Göremediğim , Nasıl Dindireceğimi Bilmediğim Bir Acı Taşıyorum Bu Sıralar YÜREĞiMDE.....
Biraz Yalnızlık , Biraz Hüzün , Biraz Terk edilmiş Bir Ağırlık Var Üzerimde.....
Kahretsin ki İyiyim Ben , Hâlâ Nefes Alıyorum.....!!
GİTME OLUR MU ...!
Beni nefessiz bırakma olur mu?. .
Hayat sürprizlerle
dolu kısa bir öykü. .
Ve sen bu öykünün en güzel bölümüsün. .
Sevmeye doyamadığım,
yaşamaya kıyamadığım. .
Kısacık zaman dilimlerine
sığdıramadığım mutluluğumsun. .
Kaybolmuştum kimsesizliğim de. .
Uzattığın eli aşkın eli bilip sımsıkı sarıldım. .
Kalbimde hep kal !
Verdiğin bu sıcaklığı bir gün alıp GİTME OLUR MU ...!
Hayat sürprizlerle
dolu kısa bir öykü. .
Ve sen bu öykünün en güzel bölümüsün. .
Sevmeye doyamadığım,
yaşamaya kıyamadığım. .
Kısacık zaman dilimlerine
sığdıramadığım mutluluğumsun. .
Kaybolmuştum kimsesizliğim de. .
Uzattığın eli aşkın eli bilip sımsıkı sarıldım. .
Kalbimde hep kal !
Verdiğin bu sıcaklığı bir gün alıp GİTME OLUR MU ...!
cevap...
Adaleti benim bacak aramda çözeceğinize inanıyorsanız..
1: kadınları sevmeden asla dokunmayın
2: kadınlar kuluçka makinesi değildir
3: kendi kendinizi becerin
4: namus timsali hareketlerinizle mide bulandırmayın
5: İnternet ortamındaki her kadına kaşar muamelesi yapmayın
6: görünüşü veya diğer özelliklerinden dolayı kadına Keban yakıştırması yapmayın
7: sizi doğuran canlının da bir kadın olduğunu unutmayın
8: kadınların sevinçleri ve üzüntüleri ile ilgilenin göğüs ölçüsü ile değil
9: sırf bir kadına yavşamak için saçma sapan hareketlerde bulunmayın.
10: insanları cinsel tercihleri için yargılamayın.
11: "yol" sadece bir kavramdır kadına etiket yapmayın( yollu). Bunlar size uymuyorsa kadınlardan uzak bir hayat seçin. Ve son olarak sevgili hükümet her başın sıkıştığı zaman çıktığın yerle uğraşmak yerine bu dünyaya insan gibi yaşamak için gelen kadınlarına sahip çıkman gerektiğini unutmamalısın. yoksa bizim sana da adalete de verecek tek cevabımız budur.
Bazen hayretle bakıyorum hayata...
Yaslanıp yürüdüğüm doğrularımla, yanlış omuzlara baş koymuşum meğer... Ben verdikçe isteyen ve hep “fedakarlık gerek” diye sineye çektiğim insanlarla kesişti yollarım... Hani yüreğimde taşıdıklarım ağır gelmedi de bana,
yorulduğumda umutlarımı tazeleyecek bir yüreği karşımda bulamadığımda tükendim... Evet bazen bakıyorum kendime, ruhumdaki bu kanayan yaraları dindiremiyorum ve aynaya bakınca, yüzümdeki “DEĞDİ Mİ.. ? “ diyen o acı tebessümü bir türlü içime sindiremiyorum...!!"
İnsanlar vardır;
Dostlar ırmak gibidir
Kiminin suyu az, kiminin çok
Kiminde elleriniz ıslanır yalnızca
Kiminde ruhunuz yıkanır boydan boya
İnsanlar vardır; üstü nilüferlerle kaplı,
Bulanık bir göl gibi...
Ne kadar uğraşsanız görünmez dibi.
Uzaktan görünüşü çekici, aldatıcı
İçine daldığınızda ne kadar yanıltıcı....
Ne zaman ne geleceğini bilemezsiniz;
Sokulmaktan korkarsınız, güvenemezsiniz!
İnsanlar vardır; derin bir okyanus...
İlk anda ürkütür, korkutur sizi.
Derinliklerinde saklıdır gizi,
Daldıkça anlarsınız, daldıkça tanırsınız;
Yanında kendinizi içi boş sanırsınız.
İnsanlar vardır, coşkun bir akarsu...
Yaklaşmaya gelmez, alır sürükler.
Tutunacak yer göstermez beyaz köpükler!
Ne zaman nerede bırakacağı belli olmaz;
Bu tip insanla bir omur dolmaz.
İnsanlar vardır; sakin akan bir dere...
İnsanı rahatlatır, huzur verir gönüllere.
Yanında olmak baslı basına bir mutluluk.
Sesinde, görüntüsünde tatlı bir durgunluk.
İnsanlar vardır; çeşit çeşit, tip tip.
Her biri baska bir karaktere sahip.
Görmeli, incelemeli, doğruyu bulmalı.
Her şeyden önemlisi insan, insan olmalı...
İnsanlar vardır; berrak, pırıl pırıl bir deniz.
Bosa gitmez ne kadar güvenseniz.
Dibini görürsünüz her şey meydanda.
Korkmadan dalarsınız, sizi sarar bir anda.
İçi dışı birdir çekinme ondan.
Her sözü içtendir, her davranısı candan...
Kiminin suyu az, kiminin çok
Kiminde elleriniz ıslanır yalnızca
Kiminde ruhunuz yıkanır boydan boya
İnsanlar vardır; üstü nilüferlerle kaplı,
Bulanık bir göl gibi...
Ne kadar uğraşsanız görünmez dibi.
Uzaktan görünüşü çekici, aldatıcı
İçine daldığınızda ne kadar yanıltıcı....
Ne zaman ne geleceğini bilemezsiniz;
Sokulmaktan korkarsınız, güvenemezsiniz!
İnsanlar vardır; derin bir okyanus...
İlk anda ürkütür, korkutur sizi.
Derinliklerinde saklıdır gizi,
Daldıkça anlarsınız, daldıkça tanırsınız;
Yanında kendinizi içi boş sanırsınız.
İnsanlar vardır, coşkun bir akarsu...
Yaklaşmaya gelmez, alır sürükler.
Tutunacak yer göstermez beyaz köpükler!
Ne zaman nerede bırakacağı belli olmaz;
Bu tip insanla bir omur dolmaz.
İnsanlar vardır; sakin akan bir dere...
İnsanı rahatlatır, huzur verir gönüllere.
Yanında olmak baslı basına bir mutluluk.
Sesinde, görüntüsünde tatlı bir durgunluk.
İnsanlar vardır; çeşit çeşit, tip tip.
Her biri baska bir karaktere sahip.
Görmeli, incelemeli, doğruyu bulmalı.
Her şeyden önemlisi insan, insan olmalı...
İnsanlar vardır; berrak, pırıl pırıl bir deniz.
Bosa gitmez ne kadar güvenseniz.
Dibini görürsünüz her şey meydanda.
Korkmadan dalarsınız, sizi sarar bir anda.
İçi dışı birdir çekinme ondan.
Her sözü içtendir, her davranısı candan...
“Kerâmet
Bir adam çok sevdiği kadına şiirler yazıyordu. Sonra o kadın ansızın onu terk etti. ... Adam kadının ardından şiirler yazmaya devam etti. Daha çok yazdı. Ve günün birinde çok ünlü bir Şair oldu. Yıllar sonra kadının yaşadığı kente gitti ve büyük bir şiir dinletisi sundu. Dinleti bittiğinde uğruna şiirler yazılan kadın kolunda kocası ile çıkışa geldi ve adama “merhaba” dedi. Adam ona sıradan bir insana bakar gibi baktı. Kadın, “beni tanımadın mı” dedi. Adam, “hayır tanımadım” dedi. Nasıl tanımazsın! Uğruna şiirler yazdığın Kadınım ben; Seni şair yapan kadın... Adam kadının gözlerine baktı ve şöyle dedi. “Kerâmet sende olsaydı, o koluna taktığın adam da şair olurdu...
'BİR ŞEY ANCAK DEĞERİNİ BİLENİN YANINDA KIYMETLİDİR!'
" Vaktiyle ergin bir meslek erbabı,
yıllarca yanında yetiştirdiği çırağını imtihan etmek ister.
Onun eline iri bir pırlanta verip:
'Oğlum' der, 'Bunu al, önüne gelen esnafa göster, kaç para verdiklerini sor, en sonra da kuyumcuya göster. Hiç kimseye satmadan sadece fiyatlarını ve ne dediklerini öğren, gel bana bildir.'
Çırak, elinde PIRLANTA bir bakkal dükkanına girer ve 'Şunu alır mısınız?' diye sorar.
Bakkal parlak bir boncuğa benzettiği mücevheri alır; elinde evirir çevirir, sonra: 'Buna bir tek lira veririm. Bizim çocuk oynasın' der.
Çırak teşekkür edip çıkar.
Bir manifaturacıya gider.
O da parlak bir taşa benzettiği mücevhere ancak bir beş lira vermeye razı olur.
Üçüncü olarak semerciye gider: 'Buna ne verirsiniz?' diye sorar.
Semerci şöyle bir bakar, 'Bu...' der 'benim semerlere iyi süs olur. Bundan kaş dediğimiz süslerden yaparım. Buna bir on lira veririm.'
Çırak en son olarak kuyumcuya gider.
Kuyumcu mücevheri görünce yerinden fırlar.
'Bu kadar büyük pırlantayı nereden buldun?' diye hayretle bağırır ve hemen ilâve eder.
'Buna kaç lira istiyorsun?'
Çırak sorar: 'Siz ne veriyorsunuz?'
'Ne istiyorsan veririm.'
Çırak, 'Hayır veremem.' diye taşı almak için uzanınca kuyumcu yalvarmaya başlar:
'Ne olur bunu bana sat. Dükkânımı, evimi, hatta arsalarımı vereyim.'
Çırak ”emanet olduğunu, satmaya yetkili olmadığını, ancak fiyat öğrenmesini istediklerini' anlatıncaya kadar bir hayli dil döker.
Meslek erbabının yanına dönen çırak büyük bir şaşkınlık içinde macerasını anlatır.
'Bundan ne anladın?' diye sorar.
Çırağının verdiği cevap çok doğrudur:
'BİR ŞEY ANCAK DEĞERİNİ BİLENİN YANINDA KIYMETLİDİR!'
yıllarca yanında yetiştirdiği çırağını imtihan etmek ister.
Onun eline iri bir pırlanta verip:
'Oğlum' der, 'Bunu al, önüne gelen esnafa göster, kaç para verdiklerini sor, en sonra da kuyumcuya göster. Hiç kimseye satmadan sadece fiyatlarını ve ne dediklerini öğren, gel bana bildir.'
Çırak, elinde PIRLANTA bir bakkal dükkanına girer ve 'Şunu alır mısınız?' diye sorar.
Bakkal parlak bir boncuğa benzettiği mücevheri alır; elinde evirir çevirir, sonra: 'Buna bir tek lira veririm. Bizim çocuk oynasın' der.
Çırak teşekkür edip çıkar.
Bir manifaturacıya gider.
O da parlak bir taşa benzettiği mücevhere ancak bir beş lira vermeye razı olur.
Üçüncü olarak semerciye gider: 'Buna ne verirsiniz?' diye sorar.
Semerci şöyle bir bakar, 'Bu...' der 'benim semerlere iyi süs olur. Bundan kaş dediğimiz süslerden yaparım. Buna bir on lira veririm.'
Çırak en son olarak kuyumcuya gider.
Kuyumcu mücevheri görünce yerinden fırlar.
'Bu kadar büyük pırlantayı nereden buldun?' diye hayretle bağırır ve hemen ilâve eder.
'Buna kaç lira istiyorsun?'
Çırak sorar: 'Siz ne veriyorsunuz?'
'Ne istiyorsan veririm.'
Çırak, 'Hayır veremem.' diye taşı almak için uzanınca kuyumcu yalvarmaya başlar:
'Ne olur bunu bana sat. Dükkânımı, evimi, hatta arsalarımı vereyim.'
Çırak ”emanet olduğunu, satmaya yetkili olmadığını, ancak fiyat öğrenmesini istediklerini' anlatıncaya kadar bir hayli dil döker.
Meslek erbabının yanına dönen çırak büyük bir şaşkınlık içinde macerasını anlatır.
'Bundan ne anladın?' diye sorar.
Çırağının verdiği cevap çok doğrudur:
'BİR ŞEY ANCAK DEĞERİNİ BİLENİN YANINDA KIYMETLİDİR!'
Sevginin önünde eğil kızım..
Bütün insanları dostun bil, kardeşin bil kızım
Sevincin ürünüdür insan, nefretin değil
Zulmün önünde dimdik tut onurunu
Sevginin önünde eğil kızım..
ATAOL BEHRAMOĞLU
Sevincin ürünüdür insan, nefretin değil
Zulmün önünde dimdik tut onurunu
Sevginin önünde eğil kızım..
ATAOL BEHRAMOĞLU
marifet...
Sınıfa girdiğinde çocukları ayağa kaldırmak değildir marifet...
Verdiğin eğitimle bir milleti ayağa kaldırmaktır öğretmenlik...
Verdiğin eğitimle bir milleti ayağa kaldırmaktır öğretmenlik...
31 Ekim 2014 Cuma
gece gündüz ayrımı
Bir bilge kişi, çölde öğrencileriyle otururken demiş ki;
- "Gece ile gündüzü nasıl ayırt edersiniz? Tam olarak ne zaman karanlık başlar, ne zaman ortalık aydınlanır?"
Öğrencilerden biri;
- "Uzaktaki sürüye bakarım," demiş, "Koyunu keçiden ayıramadığım zaman akşam olmuş demektir."
Başka bir öğrenci söz almış ve "Hocam" demiş, "İncir ağacını, zeytin ağacından ayırdığım zaman, anlarım ki sabah başlamıştır."
Bilge kişi, uzun süre susmuş. Öğrenciler meraklanmışlar ve "Siz ne düşünüyorsunuz hocam?" diye sormuşlar.
Bilge kişi şöyle demiş;
- "Yürürken karşıma bir kadın çıktığında, güzel mi çirkin mi, siyah mı beyaz mı diye ayırmadan ona kardeşim diyebildiğimde ve yine yürürken önüme çıkan erkeği, zengin mi yoksul mu diye bakmadan, milletine, ırkına, dinine aldırmadan, "kardeşim" sayabildiğimde anlarım ki; sabah olmuştur, AYDINLIK başlamıştır..."
- "Gece ile gündüzü nasıl ayırt edersiniz? Tam olarak ne zaman karanlık başlar, ne zaman ortalık aydınlanır?"
Öğrencilerden biri;
- "Uzaktaki sürüye bakarım," demiş, "Koyunu keçiden ayıramadığım zaman akşam olmuş demektir."
Başka bir öğrenci söz almış ve "Hocam" demiş, "İncir ağacını, zeytin ağacından ayırdığım zaman, anlarım ki sabah başlamıştır."
Bilge kişi, uzun süre susmuş. Öğrenciler meraklanmışlar ve "Siz ne düşünüyorsunuz hocam?" diye sormuşlar.
Bilge kişi şöyle demiş;
- "Yürürken karşıma bir kadın çıktığında, güzel mi çirkin mi, siyah mı beyaz mı diye ayırmadan ona kardeşim diyebildiğimde ve yine yürürken önüme çıkan erkeği, zengin mi yoksul mu diye bakmadan, milletine, ırkına, dinine aldırmadan, "kardeşim" sayabildiğimde anlarım ki; sabah olmuştur, AYDINLIK başlamıştır..."
AKIL NEDİR?
Bir akıl hastanesini ziyareti sırasında, adamın biri sorar:
-Bir insanın akıl hastanesine yatıp yatmayacağını nasıl belirliyorsunuz?
Doktor cevaplar:
-Bir küveti su ile dolduruyoruz. Sonra hastaya üç şey veriyoruz; bir kaşık, bir fincan ve bir kova. Daha sonra ise kişiye küveti nasıl boşaltmayı tercih ettiğini soruyoruz. Siz ne yapardınız?
Adam:
-Hımmm..Anladım. Normal bir insan kovayı tercih eder. Çünkü kova hem kaşıktan hem de fincandan büyük.
-Hayır, der doktor. Normal bir insan küvetin tıpasını çeker.
“AKIL, SADECE BİZE SUNULANLAR DIŞINDA ÇÖZÜM BULMAKTIR.”
-Bir insanın akıl hastanesine yatıp yatmayacağını nasıl belirliyorsunuz?
Doktor cevaplar:
-Bir küveti su ile dolduruyoruz. Sonra hastaya üç şey veriyoruz; bir kaşık, bir fincan ve bir kova. Daha sonra ise kişiye küveti nasıl boşaltmayı tercih ettiğini soruyoruz. Siz ne yapardınız?
Adam:
-Hımmm..Anladım. Normal bir insan kovayı tercih eder. Çünkü kova hem kaşıktan hem de fincandan büyük.
-Hayır, der doktor. Normal bir insan küvetin tıpasını çeker.
“AKIL, SADECE BİZE SUNULANLAR DIŞINDA ÇÖZÜM BULMAKTIR.”
ege şivesi
1) -sevgili babaannem sokakta güneşin altında oynayıp
terleyen kuzenime kızmaktadır:
-demingkden ben sene kölgüleede oyna d(e)medim mi?
- .....
-gebeedirin çocuk seni
- .....
-git enki yüzünü yııka gee. sııtındakini de
değiştii.Goş baken!!!!
2) önkü tası horaya go = şu tabagı oraya götür
hangırıya goycem teeze ?(Hangi yere koyacağım teyze..)
Hönkürüye gıı.. (Oraya işte..)
needip goyyonuz (ne yapıyorsunuz?)
3) Otobus yolculugunda kendinden cok su istenen denizlili
bir muavinin;
'sayin yolculaamiz duz mu yaladingiz? hareme kadar su yok gaari'
4) senin oğlan hangi bölümü kazandı?
tıpa kazandı
5) al bunu götüvecesen götürüve, götüvemicesen
götüvecek vaa
Bu paraya götüreceksen götür,
götürmeyeceksen, götürecekler var.
6) nerem deding ? : hasta birisinin şikayetinin ne
olduğunu sormak için kullanılır.
örnek:
kişi a: nerem deding bizim gıız?
kişi b: sooma gareee, öskürü öskürü bitmediii.
soonuda hurama hööle bi ağrı girdi.
kıpırdeyemeyyon. tokturu gitçen hindi;
7)hööle bi yürüyüp gelive biyo , irahmat yaaiyosa semsiyeni de alive-
8) gülü gülü deezem (güle güle teyzem)
9) 'sıranızı geçin'
-denizli anafartalar lisesi müdürünün öğrencileri
hizaya sokmak için söylediği emir cümlesi
10) bu yorelerde pazar yerinde dolasmak da cok
keyiflidir. yasli teyzecikleri opmemek icin zor tutar bazen
insan kendini. ortalikta bir saat dolasip diyaloglari
dinlemek bile meditasyon etkisi yapabilir.
ornek:
- domat
dativeecenmi iki gilo.
- dattim
dattim. aha suracikta. aliveecen mi?
- alcem de tobayi aciveecen mi?
- accem de parami cikariveemedim bi dakka
bekleyiveecen mi?
- bekleyiveririm
nolcekki...
seklinde uzar gider.
bir sure ortalikta dolastiktan sonra 'beni bak'
denilmesi normal gelmeye bile baslayabilir...
11)Denizli'de iki kadın pazarda karşılaşırsa
-ne buuuu neree gidik gidesiiin??
-çocuklaaa döndeeme (dondurma) isteepturuu ne
zımandıı..
12) - biyol ötüvee çil horozum (bir kere öter misin çil horozum?
'dinelmek' vardır, (ayakta) durmak anlamında:
- bizimoğlan orda dinelme de beni bi çay yap.
(arkadaşım/çocuğum ayakta durma da bana bir çay koy.)
gahpeerif(kahpe + herif) sık kullanılan bir küfürdür.
gahpecik,
gahpenin doğurduu, gahpe garı gaşlı (kahpe
karı kaşlı) gibi türevleri mevcuttur. denizli
şivesi ortamda denizlililerle fazla
bulunulduğu vakit dillere pelesenk olmakta, dilin ayarı kaçabilmektedir
14) eşsiz bir şivedir. gapçık ağızlı diye bir kavram
vardır misal. beni bırakın, hala ne olduğunu
anlayabilmiş bir nene, dede yoktur. bu şivenin özü
komedi üzerine kurulu gibidir sanki. misal
dedeniz size küfreder ama
belki anlayamadığınızdan belki de
söylediği şeyin komikliğinden dedenize kızamazsınız bile.
-dede neden bu böyle?
-sus bakem gapçıkaazlı!
-o ne demek dede?
-höyt höyt edip durma bakem gömüveğcem şimcik depçiğine
işte böyle. bu ve bunun gibi kendine ait söylenişi son
derece komik, ama ne anlama geldiği tam bir
muamma olan kelimeler içerir bu şive J
15)Mersindeyiz,Denizlili bir hemşehrimiz
ögretmen..Sınıfta gürültü yapan bir öğrenciye bağırır,
-Kızdırmeyin bene,şindi sene tahtaya kaldırır,
sıfıra bascen.
16)İstanbul'da hamamda başı sabunlu gözleri
kapalıyken sabun kalıbını yürütmüşler
bizimkinin. Olayı arkadasına anlatmış,
-Gahpaçocukları..hamamda bana sabunsuz
kodular(hamamda beni sabunsuz bıraktılar)
Düşlerde sevdim seni, söyleyemedim.
Düşlerde sevdim seni, söyleyemedim...
Sessiz öptüm nefesini, söyleyemedim...
Ben seni, hep senin bilmediğin zamanlarda, senin bilmediğin mekanlarda sevdim... Bunu sana hiç bir zaman söyleyemedim... Anlatabilecek kelime bulacağımı hiç sanmadım... Düşlerimdeydin hep... Öyle büyüktü ki varlığın beni aştı ama sana ulaşmadı...
Ben seni, hep uzak sevdim, uzak öptüm... Sessiz, sakin, sen rahatsız olma, ürkme diye, benden kaçma diye usulca öptüm... Her nefesim senindi... Çünkü ben, sen nefes alıp verdikçe vardım... Ama sana ne sesimi, ne nefesimi duyuramadım... Çığlık oldu sevgim, çarpı herkese... Bir sana teğet geçti... Öğrenemedin... Söyleyemedim...
Sana ben şiirler, sözler büyüttüm,
Sana ben baharlar, yazlar büyüttüm,
Sana ben hummalı gizler büyüttüm,
Söyleyemedim...
Her kalemin ucuna düşen harf sendin... Her dilimin ucuna gelen kelime sendin... Ben her yazdığım kelimede seni büyüttüm, ben her kurduğum cümlede seni büyüttüm... Sen bilmedin, ben söyleyemedim...
Bahar sen varsan gelirdi, yaz sen varsan güzeldi... Her gelişin bahar, her dokunuşun yazdı bana... Ben her bahar hüzün kaplar, her yaz yaşlar akıtırdım yokluğunda... Ben her baharı sen diye bekledim, ben her yazı sen diye geçirdim... Bütün güzelliklerini sana büyüttüm... Sen bilmedin, ben söyleyemedim...
En ateşlisi sanaydı aşkın... En güzeli, belki de en büyüğü sanaydı... Gizli gizli yanardı yüreğimde... Aşkım büyüktü, ateşi büyüktü, giz''i hepsinden büyüktü... Gösteremedim... Nasıl beni yakıp, erittiğini bilemedin... Oysa sen buz gibiydin... Yine de gelmedin... Nasıl bir yürek büyüttüm sana gizli gizli... Sen bilmedin, ben söyleyemedim...
Şarkılar yazdım sana, okuyamadım...
Hep yanımdaydın oysa, dokunamadım...
Sana ben hayaller, düşler büyüttüm,
Sana ben gözümde yaşlar büyüttüm,
Sana ben hummalı aşklar büyüttüm,
Söyleyemedim...
Her şarkıya seni koydum, her şarkıyı sana yakıştırdım... Sen varsın diye söyledim hepsini ama sana duyuramadım...
Hep benimle olduğunu hiç bilmedin. Hayalinle yatar, hayalinle kalkardım anlamadın. Anlamadığın, hissetmediğin için dokunamazdım sana, duvarların öyle kalındı ki, yapamadım...
Hayallerimdin işte sen, bütün düşlerimdin...
İyiye, kötüye akan her damla yaş sanaydı, sensiz olmazdı...
Ateş gibiydi işte aşkın, dedim ya yakardı, söndüremezdim...
Ama sen hiç birini bilmedin,
Ben de Söyleyemedim...
Sessiz öptüm nefesini, söyleyemedim...
Ben seni, hep senin bilmediğin zamanlarda, senin bilmediğin mekanlarda sevdim... Bunu sana hiç bir zaman söyleyemedim... Anlatabilecek kelime bulacağımı hiç sanmadım... Düşlerimdeydin hep... Öyle büyüktü ki varlığın beni aştı ama sana ulaşmadı...
Ben seni, hep uzak sevdim, uzak öptüm... Sessiz, sakin, sen rahatsız olma, ürkme diye, benden kaçma diye usulca öptüm... Her nefesim senindi... Çünkü ben, sen nefes alıp verdikçe vardım... Ama sana ne sesimi, ne nefesimi duyuramadım... Çığlık oldu sevgim, çarpı herkese... Bir sana teğet geçti... Öğrenemedin... Söyleyemedim...
Sana ben şiirler, sözler büyüttüm,
Sana ben baharlar, yazlar büyüttüm,
Sana ben hummalı gizler büyüttüm,
Söyleyemedim...
Her kalemin ucuna düşen harf sendin... Her dilimin ucuna gelen kelime sendin... Ben her yazdığım kelimede seni büyüttüm, ben her kurduğum cümlede seni büyüttüm... Sen bilmedin, ben söyleyemedim...
Bahar sen varsan gelirdi, yaz sen varsan güzeldi... Her gelişin bahar, her dokunuşun yazdı bana... Ben her bahar hüzün kaplar, her yaz yaşlar akıtırdım yokluğunda... Ben her baharı sen diye bekledim, ben her yazı sen diye geçirdim... Bütün güzelliklerini sana büyüttüm... Sen bilmedin, ben söyleyemedim...
En ateşlisi sanaydı aşkın... En güzeli, belki de en büyüğü sanaydı... Gizli gizli yanardı yüreğimde... Aşkım büyüktü, ateşi büyüktü, giz''i hepsinden büyüktü... Gösteremedim... Nasıl beni yakıp, erittiğini bilemedin... Oysa sen buz gibiydin... Yine de gelmedin... Nasıl bir yürek büyüttüm sana gizli gizli... Sen bilmedin, ben söyleyemedim...
Şarkılar yazdım sana, okuyamadım...
Hep yanımdaydın oysa, dokunamadım...
Sana ben hayaller, düşler büyüttüm,
Sana ben gözümde yaşlar büyüttüm,
Sana ben hummalı aşklar büyüttüm,
Söyleyemedim...
Her şarkıya seni koydum, her şarkıyı sana yakıştırdım... Sen varsın diye söyledim hepsini ama sana duyuramadım...
Hep benimle olduğunu hiç bilmedin. Hayalinle yatar, hayalinle kalkardım anlamadın. Anlamadığın, hissetmediğin için dokunamazdım sana, duvarların öyle kalındı ki, yapamadım...
Hayallerimdin işte sen, bütün düşlerimdin...
İyiye, kötüye akan her damla yaş sanaydı, sensiz olmazdı...
Ateş gibiydi işte aşkın, dedim ya yakardı, söndüremezdim...
Ama sen hiç birini bilmedin,
Ben de Söyleyemedim...
unutma ki..
Unutma hakiki erkek, yüzlerce erkekten meydana gelir. Zaten bir zaman sonra, yüzlerce erkeğin sana verebileceğini, bir erkekten beklemeyecek kadar olgunlaşmış olacaksın sen de... Bir kadının aradığı o bir tek erkek, her zaman için hayali bir varlıktır. Hiç olmamıştır.... Her erkekte, aradığın erkeğin yalnızca bir parçasını bulursun. Gerçek bir kadın için, gerçek bir erkek, Allah gibidir, her yerdedir ve hiçbir yerdedir. Aşk da budur zaten! Başka bir şey değil.
Aramaktan vazgeç demiyorum, bulmaktan vazgeç...Kadınlar ağlamak için bir erkeğin omuzuna ihtiyaç duyarlar... Ama başı dolu kadınlar, erkeğin omuzuna ağır gelir... Erkekler kadında kontrol edilebilir zekâ, kontrol edilebilir başarı, kontrol edilebilir yetenek ister. Yani kadının sahip oldukları, erkeğin kontrolünü aşmaya başladığında ilişki biter...
Murathan Mungan
Aramaktan vazgeç demiyorum, bulmaktan vazgeç...Kadınlar ağlamak için bir erkeğin omuzuna ihtiyaç duyarlar... Ama başı dolu kadınlar, erkeğin omuzuna ağır gelir... Erkekler kadında kontrol edilebilir zekâ, kontrol edilebilir başarı, kontrol edilebilir yetenek ister. Yani kadının sahip oldukları, erkeğin kontrolünü aşmaya başladığında ilişki biter...
Murathan Mungan
Yalnızlığı nasıl bilirsiniz?
Yalnızlık…
Kimimizin kişisel tercihi.
Kimimizin belki de mahkumiyeti!
Kimilerine göre bir zaaf, bir kusur.
Kimilerine göre büyük bir keyif.
Peki ya siz?
Siz yalnızlığı nasıl bilirsiniz?
Onu sever misiniz?
İster zorunluluk olsun, isterse sizin tercihiniz,
Siz, yalnızlığının keyfini çıkarmasını bilenlerden misiniz?
Kimilerimiz onu bir zaaf, bir eksiklik olarak görse de, bazen bizim tercihimiz, bazen mahkumiyetimiz şeklinde gelse de; insan yalnız kalmışsa eğer, onun tadını çıkarabilmeli, belki de zaman zaman kendisi yalnız kalmayı isteyebilmeli bence. Tabi ki eğer kendiyle baş başa kalmaya, kendisiyle ve hayatla yüzleşmeye, cesareti var ise. Çünkü;
Yalnızlık insanı düşündürür.
Yalnızlık insanı büyütür.
Yalnızlık insana geleceğini şekillendiren düşler kurdurur.
Yalnızlık insanın sırtından yılların yorgunluğunu alır.
Yalnızlık kalabalıklar içine hapsolduğunu anlayan insanın kendine kaçışıdır.
Yalnızlık insanın kendini gerçekten dinleyene, kendini tüm çıplaklığıyla hiç çekinmeden itiraf edebilmesidir.
Yalnızlık insanın kendi içinde ki derinliği görebilmesidir
Yalnızlık insanın kendini önemsemesi, kendine değer vermesidir.
“Yalnızlık insanın kendini sevmesidir”
Bence....
Kimimizin kişisel tercihi.
Kimimizin belki de mahkumiyeti!
Kimilerine göre bir zaaf, bir kusur.
Kimilerine göre büyük bir keyif.
Peki ya siz?
Siz yalnızlığı nasıl bilirsiniz?
Onu sever misiniz?
İster zorunluluk olsun, isterse sizin tercihiniz,
Siz, yalnızlığının keyfini çıkarmasını bilenlerden misiniz?
Kimilerimiz onu bir zaaf, bir eksiklik olarak görse de, bazen bizim tercihimiz, bazen mahkumiyetimiz şeklinde gelse de; insan yalnız kalmışsa eğer, onun tadını çıkarabilmeli, belki de zaman zaman kendisi yalnız kalmayı isteyebilmeli bence. Tabi ki eğer kendiyle baş başa kalmaya, kendisiyle ve hayatla yüzleşmeye, cesareti var ise. Çünkü;
Yalnızlık insanı düşündürür.
Yalnızlık insanı büyütür.
Yalnızlık insana geleceğini şekillendiren düşler kurdurur.
Yalnızlık insanın sırtından yılların yorgunluğunu alır.
Yalnızlık kalabalıklar içine hapsolduğunu anlayan insanın kendine kaçışıdır.
Yalnızlık insanın kendini gerçekten dinleyene, kendini tüm çıplaklığıyla hiç çekinmeden itiraf edebilmesidir.
Yalnızlık insanın kendi içinde ki derinliği görebilmesidir
Yalnızlık insanın kendini önemsemesi, kendine değer vermesidir.
“Yalnızlık insanın kendini sevmesidir”
Bence....
gel diyememek
kışın ayazında kollarında ısındığım
yazın sıcağında gölgesinde serinlediğim
sonbaharın hazanını;ilkbaharın neşesini
dudaklarında tutturduğu türküde bulduğum sevgili;
sevgilim...
sana acıların en büyüğü!!!
yazın sıcağında gölgesinde serinlediğim
sonbaharın hazanını;ilkbaharın neşesini
dudaklarında tutturduğu türküde bulduğum sevgili;
sevgilim...
sana acıların en büyüğü!!!
Ben İnsanım, Sevgidir her bir yanım.
Bir Ermeni öldürüldüğünde
Ermeni kadar sızlar yüreğim
Bir Kürt dara düşünce
Kürt kadar yanar ciğerim
Bir Türk çile çekerken
Türk kadar üzülürüm
Onlar bir kere ölür
Ben bin kere ölürüm
Ne camide minare
Ne kilisede çanım
Ben insanım
Sevgidir her bir yanım
Bir halkın kanına
“Zehirli” yaftası takmak
Ve olaylara ırk penceresinden bakmak
Beynimin zerresine yazılmamıştır
Hiçbir ırkın tablosu
Göğsümün tahtasına kazılmamıştır
Ne camide minare
Ne kilisede çanım
Ben insanım
Denizdir her bir yanım
Anıtlık dostlukları
Yüzyıllık komşulukları
Rüzgâra verenleri sevemem
İnsanlıklarını
Eskimiş bir çul gibi
Ayaklar altına serenleri övemem
Ama
Babasının yüzünden de çocuğunu dövemem
Ne camide minare
Ne kilisede çanım
Ben insanım
Deryadır her bir yanım
Üzüncüne ağlayıp sevincine güldüğümü
Arkasından vuramam
Dosta kurşun sıkanın arkasında duramam
Yol gösterip
Yollarına tuzaklar da kuramam
İhaneti yanılgıya yoramam
Ama
Dedesinin suçunu da torunundan soramam
Ne camide minare
Ne kilisede çanım
Ben insanım
Sevdadır her bir yanım
Ha Türk
Ha Kürt
Ha Ermeni
Karaymış
Beyazmış
Sarıymış teni
Irkı ilgilendirmez beni
Zulmedeni babam olsa kınarım
Ama
İnsanı da atalarıyla değil
Yüreğiyle sınarım
Ne camide minare
Ne kilisede çanım
Ben insanım
Ormandır her bir yanım
Küllenmiş ateşleri yeniden asla yakmam
Önümde yıllar varken
Ve zaman hızla akarken
Yangın çıkarmak için geriye asla bakmam
Kabuklanmış yarayı elleyip de kanatmam
Geleceğimi satmam
Geçmişimle de yatmam
Ne camide minare
Ne kilisede çanım
Ben insanım
İnsandır her bir yanım
Haydar Bibinoğlu
Ermeni kadar sızlar yüreğim
Bir Kürt dara düşünce
Kürt kadar yanar ciğerim
Bir Türk çile çekerken
Türk kadar üzülürüm
Onlar bir kere ölür
Ben bin kere ölürüm
Ne camide minare
Ne kilisede çanım
Ben insanım
Sevgidir her bir yanım
Bir halkın kanına
“Zehirli” yaftası takmak
Ve olaylara ırk penceresinden bakmak
Beynimin zerresine yazılmamıştır
Hiçbir ırkın tablosu
Göğsümün tahtasına kazılmamıştır
Ne camide minare
Ne kilisede çanım
Ben insanım
Denizdir her bir yanım
Anıtlık dostlukları
Yüzyıllık komşulukları
Rüzgâra verenleri sevemem
İnsanlıklarını
Eskimiş bir çul gibi
Ayaklar altına serenleri övemem
Ama
Babasının yüzünden de çocuğunu dövemem
Ne camide minare
Ne kilisede çanım
Ben insanım
Deryadır her bir yanım
Üzüncüne ağlayıp sevincine güldüğümü
Arkasından vuramam
Dosta kurşun sıkanın arkasında duramam
Yol gösterip
Yollarına tuzaklar da kuramam
İhaneti yanılgıya yoramam
Ama
Dedesinin suçunu da torunundan soramam
Ne camide minare
Ne kilisede çanım
Ben insanım
Sevdadır her bir yanım
Ha Türk
Ha Kürt
Ha Ermeni
Karaymış
Beyazmış
Sarıymış teni
Irkı ilgilendirmez beni
Zulmedeni babam olsa kınarım
Ama
İnsanı da atalarıyla değil
Yüreğiyle sınarım
Ne camide minare
Ne kilisede çanım
Ben insanım
Ormandır her bir yanım
Küllenmiş ateşleri yeniden asla yakmam
Önümde yıllar varken
Ve zaman hızla akarken
Yangın çıkarmak için geriye asla bakmam
Kabuklanmış yarayı elleyip de kanatmam
Geleceğimi satmam
Geçmişimle de yatmam
Ne camide minare
Ne kilisede çanım
Ben insanım
İnsandır her bir yanım
Haydar Bibinoğlu
HAYAT DİYE BİR ŞEY VAR.
Nedir? Ne oluyor? Unuttunuz mu yoksa yaşadığınızı!
Günler, kızgın küller gibi bütün duygularınızı kavurup öldürerek mi geçiyor üzerinizden!
Arzuyla dudağınızı ısırdığınız olmuyor mu hiç?
Bir müzik sesiyle şöyle bir doğrulduğunuz..
Aniden bir yaz yağmuru gibi boşanıveren sebepsiz sevinçlere inanmıyor musunuz?
Bir ağaç gölgesinde bir an durmak
Bir akşamüstü denize baktığınızda, bu sonsuz suların kıpırtısına şaşmak yok mu artık?
El ele tutuşmak,
Bir avucun bir başka avuca dokunmasının yarattığı ürperti de hayal hanesinde kendine bir yer bulmuyor mu?
Bitti mi bu macera? Çekildiniz mi hayattan!
Hayatın sizin bulunmadığınız yerlerde yaşandığına mı inanıyorsunuz???
Daha bitmeden bitirdiniz mi her şeyi!!!!!
Yorgun ruhunuz yeni coşkular için hazır hissetmiyor mu kendini?
Delirdiniz mi siz??????
Şu köşebaşında karşınıza ne çıkacağını ne biliyorsunuz?
Biliyorum...
Genellikle köşe başlarından açlık, acı ve ölüm çıkıyor karşınıza....
Ama kim bilir?
Belki eski bir dosta, belki güzel bir kadına,
Belki okunmuş kitaplar satan bir sahafa da rastlayabilirsiniz...
Bir piyano sesi duyabilirsiniz...
Ya da bir rumeli türküsü açık bir pencereden...
Bir söğüt ağacı görebilirsiniz çocukken kabuğundan düdük yaptığınız...
Dans adımlarıyla yürüyen bir çift bacak geçiverir önünüzden.
Bir oğlan bir ıslık çalabilir, hatta siz bile çalabilirsiniz...
Ne sevinci ? Ne hayatı ? Ne eğlencesi ?
Para yok ki ! diyorsanız eğer
Emin olun paranız olduğunda da eğlenemezsiniz....
Para eğlenmeyi çeşitlendirir sadece.
Ama eğlenceyi yaratamaz...
Öpüşmek parayla değil! Şarkı mırıldanmak...
Acaba o şimdi ne yapıyor diye düşünmek parayla değil!
TV’de iyi bir film seyretmek parayla değil!
Sizin için demlenmiş bir bardak çayı, bu benim için yapıldı diye
Neredeyse gururla alıp, bardağı ince belinden sıkıca kavrayıp içmek parayla değil!
Bir tabak semizotunu sevinçle paylaşabilirsiniz!
Ve hiç bir pahalı lokantada bulamayacağınız bir tat alırsınız.
Eğer bir tabak yemeği paylaştığınız,paylaşmak istediğiniz insan sa!!!
Hayat diye bir şey var!
Sadece sizin olan! Sadece size ait..
İçinde, sadece sizin gördüğünüz çiçekler açan!
Yalnızca sizin müziklerinizin çaldığı bir bahçe var...
Sokmayın oraya öyle herkesi!
Çiçeklerinizi başkalarının çapalamasını beklemeyin!
Şarkılarınızı başkalarına söyletmeyin!
Anladık ahmaklıklar oluyor,
Aptalca kararlar veriliyor...
Hepinizin hayatından bir şeyler çalınıyor,
Hayallerinizi teker teker buduyorlar...
Ümitlerinizi öldürüyorlar,
Çaresiz bırakıyorlar sizi...
Yenildiniz belki de...
Yenilginin ağır yaralarını taşıyorsunuz ruhunuzda...
Ama gene de bir hayatınız var sizin!
Sadece size ait bir bahçeniz..
Durup soluklanacağınız,
Yaralarınızı yıkayacağınız,
Çiçeklerini seyredebileceğiniz bir bahçe...
Soğukta bir bira içebilirsiniz!
Bir ağacın gölgesinde durabilirsiniz!
Bir an sabaha karşı uyanıp her ay yeniden doğan hilal’e bir bakabilirsiniz...
Çok sevdiğiniz bir kitabı bir daha karıştırabilirsiniz...
Aşık olabilir ya da aşık olmayı düşünebilirsiniz...
Sevdiklerinizi özleyebilir ve bir gün yeniden kavuşabileceğinizi hayal edebilirsiniz...
Geceleri ağaçların daha değişik koktuğunu fark edebilirsiniz...
Yeni bir salata icat edebilirsiniz.
Sevgilinizi çırıl çıplak soyup,evde öyle dolaştırabilirsiniz.
Saçlarınızı her zamankinden daha değişik kestirebilir,
Evinize bir gün de, başka bir yoldan gidebilirsiniz...
Alışkanlıklarınızı değiştirmek için kendinize karşı müthiş bir savaş açabilirsiniz.
Hayat diye bir şey var!
Her zaman, size keşfedilecek geniş alanlar bırakan.
Ne kadar yaşarsanız yaşayın, daima bilmediğiniz, kuytularına sokulamadığınız bir hayat!!!
Sadece size ait bir hayat!
Biliyorum dertler çok...
Ahmaklıklar yapılıyor.
Sıkıntılar bitmiyor...
Günler birbiri ardına buruşup eskiyor...
Yorgunsunuz...
Belki yeniksiniz...
Teslim mi olacaksınız peki???
Hayal kurmayacak mısınız?
Çılgınca sevişmeyecek misiniz?
Bir daha öpüşmeyecek misiniz?
Ağaçlara bakmayacak mısınız?
Denizlere şaşmayacak mısınız?
Ani ve sebepsiz sevinçlere inanmayacak mısınız?
Bir tabak semizotunun tahmin edemeyeceğiniz kadar lezzetli olabileceğini hiç düşünmeyecek misiniz?
Sizin için demlenmiş bir bardak çayı,bardağı belinden kavrayıp
İçmeyecek misiniz her şeyi!
Delirdiniz mi siz?????????
HAYAT DİYE BİR ŞEY VAR!!
EVET ORADA!!!!!
ELİNİZİN HEMEN YANINDA DURUYOR!
Günler, kızgın küller gibi bütün duygularınızı kavurup öldürerek mi geçiyor üzerinizden!
Arzuyla dudağınızı ısırdığınız olmuyor mu hiç?
Bir müzik sesiyle şöyle bir doğrulduğunuz..
Aniden bir yaz yağmuru gibi boşanıveren sebepsiz sevinçlere inanmıyor musunuz?
Bir ağaç gölgesinde bir an durmak
Bir akşamüstü denize baktığınızda, bu sonsuz suların kıpırtısına şaşmak yok mu artık?
El ele tutuşmak,
Bir avucun bir başka avuca dokunmasının yarattığı ürperti de hayal hanesinde kendine bir yer bulmuyor mu?
Bitti mi bu macera? Çekildiniz mi hayattan!
Hayatın sizin bulunmadığınız yerlerde yaşandığına mı inanıyorsunuz???
Daha bitmeden bitirdiniz mi her şeyi!!!!!
Yorgun ruhunuz yeni coşkular için hazır hissetmiyor mu kendini?
Delirdiniz mi siz??????
Şu köşebaşında karşınıza ne çıkacağını ne biliyorsunuz?
Biliyorum...
Genellikle köşe başlarından açlık, acı ve ölüm çıkıyor karşınıza....
Ama kim bilir?
Belki eski bir dosta, belki güzel bir kadına,
Belki okunmuş kitaplar satan bir sahafa da rastlayabilirsiniz...
Bir piyano sesi duyabilirsiniz...
Ya da bir rumeli türküsü açık bir pencereden...
Bir söğüt ağacı görebilirsiniz çocukken kabuğundan düdük yaptığınız...
Dans adımlarıyla yürüyen bir çift bacak geçiverir önünüzden.
Bir oğlan bir ıslık çalabilir, hatta siz bile çalabilirsiniz...
Ne sevinci ? Ne hayatı ? Ne eğlencesi ?
Para yok ki ! diyorsanız eğer
Emin olun paranız olduğunda da eğlenemezsiniz....
Para eğlenmeyi çeşitlendirir sadece.
Ama eğlenceyi yaratamaz...
Öpüşmek parayla değil! Şarkı mırıldanmak...
Acaba o şimdi ne yapıyor diye düşünmek parayla değil!
TV’de iyi bir film seyretmek parayla değil!
Sizin için demlenmiş bir bardak çayı, bu benim için yapıldı diye
Neredeyse gururla alıp, bardağı ince belinden sıkıca kavrayıp içmek parayla değil!
Bir tabak semizotunu sevinçle paylaşabilirsiniz!
Ve hiç bir pahalı lokantada bulamayacağınız bir tat alırsınız.
Eğer bir tabak yemeği paylaştığınız,paylaşmak istediğiniz insan sa!!!
Hayat diye bir şey var!
Sadece sizin olan! Sadece size ait..
İçinde, sadece sizin gördüğünüz çiçekler açan!
Yalnızca sizin müziklerinizin çaldığı bir bahçe var...
Sokmayın oraya öyle herkesi!
Çiçeklerinizi başkalarının çapalamasını beklemeyin!
Şarkılarınızı başkalarına söyletmeyin!
Anladık ahmaklıklar oluyor,
Aptalca kararlar veriliyor...
Hepinizin hayatından bir şeyler çalınıyor,
Hayallerinizi teker teker buduyorlar...
Ümitlerinizi öldürüyorlar,
Çaresiz bırakıyorlar sizi...
Yenildiniz belki de...
Yenilginin ağır yaralarını taşıyorsunuz ruhunuzda...
Ama gene de bir hayatınız var sizin!
Sadece size ait bir bahçeniz..
Durup soluklanacağınız,
Yaralarınızı yıkayacağınız,
Çiçeklerini seyredebileceğiniz bir bahçe...
Soğukta bir bira içebilirsiniz!
Bir ağacın gölgesinde durabilirsiniz!
Bir an sabaha karşı uyanıp her ay yeniden doğan hilal’e bir bakabilirsiniz...
Çok sevdiğiniz bir kitabı bir daha karıştırabilirsiniz...
Aşık olabilir ya da aşık olmayı düşünebilirsiniz...
Sevdiklerinizi özleyebilir ve bir gün yeniden kavuşabileceğinizi hayal edebilirsiniz...
Geceleri ağaçların daha değişik koktuğunu fark edebilirsiniz...
Yeni bir salata icat edebilirsiniz.
Sevgilinizi çırıl çıplak soyup,evde öyle dolaştırabilirsiniz.
Saçlarınızı her zamankinden daha değişik kestirebilir,
Evinize bir gün de, başka bir yoldan gidebilirsiniz...
Alışkanlıklarınızı değiştirmek için kendinize karşı müthiş bir savaş açabilirsiniz.
Hayat diye bir şey var!
Her zaman, size keşfedilecek geniş alanlar bırakan.
Ne kadar yaşarsanız yaşayın, daima bilmediğiniz, kuytularına sokulamadığınız bir hayat!!!
Sadece size ait bir hayat!
Biliyorum dertler çok...
Ahmaklıklar yapılıyor.
Sıkıntılar bitmiyor...
Günler birbiri ardına buruşup eskiyor...
Yorgunsunuz...
Belki yeniksiniz...
Teslim mi olacaksınız peki???
Hayal kurmayacak mısınız?
Çılgınca sevişmeyecek misiniz?
Bir daha öpüşmeyecek misiniz?
Ağaçlara bakmayacak mısınız?
Denizlere şaşmayacak mısınız?
Ani ve sebepsiz sevinçlere inanmayacak mısınız?
Bir tabak semizotunun tahmin edemeyeceğiniz kadar lezzetli olabileceğini hiç düşünmeyecek misiniz?
Sizin için demlenmiş bir bardak çayı,bardağı belinden kavrayıp
İçmeyecek misiniz her şeyi!
Delirdiniz mi siz?????????
HAYAT DİYE BİR ŞEY VAR!!
EVET ORADA!!!!!
ELİNİZİN HEMEN YANINDA DURUYOR!
Basralı Ömer'in Tommy Franks'a Mektubu
bu zulüm yerde kalmaz
yemin olsun ki asra.
önce mevtül insanlık (mevt=ölüm)
sonra harabül basra
ben basra'dan ömer.
belki haberin yoktur diye yazıyorum franks;
önce demokrasi yağdı göklerden
sonra özgürlük geçti üstümüzden
palet palet...
ve insan hakları namlularından
yüzü maskeli adamların
saniyede bilmem kaç bin adet.
demokrasi bizim eve de isabet etti
bir gün sonra anladım ayaklarımın koptuğunu
babamın vücudunda
tam on sekiz adet
insan hakları saymışlar.
annem zaten yoktu
ben doğarken
ilaç yokluğundan ölmüş.
ambargo falan dediler ya
anlamadım, çocuk akli iste
sen
daha iyi bilirsin...
sizde de barış böyle midir franks?
insan hakları çocukları yetim,
ve ayaksız bırakır mi orada da?
ya demokrasi?
güpegündüz pazara düşer mi?
ve zenginlik...
insanları korkudan uykusuz bırakır mi?
ve kuşlar gökyüzünü terk eder mi orada da?
babamla söylediğim son dua dilimde,
ayaklarım hastanede,
ve giymeye kıyamadığım ayakkabılar
elimde kaldı...
çocuğun var mi franks?
al... çocuğuna götür onları
bir ise yarasın.
kim bilir baktıkça,
belki beni hatırlarsın
bu nasıl demokrasi
düştüğü yeri yaktı
merhamet hür dünyaya
bu kadar mi ıraktı?
yemin olsun ki asra.
önce mevtül insanlık (mevt=ölüm)
sonra harabül basra
ben basra'dan ömer.
belki haberin yoktur diye yazıyorum franks;
önce demokrasi yağdı göklerden
sonra özgürlük geçti üstümüzden
palet palet...
ve insan hakları namlularından
yüzü maskeli adamların
saniyede bilmem kaç bin adet.
demokrasi bizim eve de isabet etti
bir gün sonra anladım ayaklarımın koptuğunu
babamın vücudunda
tam on sekiz adet
insan hakları saymışlar.
annem zaten yoktu
ben doğarken
ilaç yokluğundan ölmüş.
ambargo falan dediler ya
anlamadım, çocuk akli iste
sen
daha iyi bilirsin...
sizde de barış böyle midir franks?
insan hakları çocukları yetim,
ve ayaksız bırakır mi orada da?
ya demokrasi?
güpegündüz pazara düşer mi?
ve zenginlik...
insanları korkudan uykusuz bırakır mi?
ve kuşlar gökyüzünü terk eder mi orada da?
babamla söylediğim son dua dilimde,
ayaklarım hastanede,
ve giymeye kıyamadığım ayakkabılar
elimde kaldı...
çocuğun var mi franks?
al... çocuğuna götür onları
bir ise yarasın.
kim bilir baktıkça,
belki beni hatırlarsın
bu nasıl demokrasi
düştüğü yeri yaktı
merhamet hür dünyaya
bu kadar mi ıraktı?
Türkche ' leşen Türkçe ' miz
Yıl: 1965
"Karşıma aniden çıkınca ziyadesiyle şaşakaldım.. Nasıl bir eda takınacağıma hüküm veremedim, âdeta vecde geldim. Buna mukabil az bir müddet sonra kendime gelir gibi oldum, yüzünde beni fevkalade rahatlatan bir tebessüm vardı.. Üstümü başımı toparladım, kendinden emin bir sesle 'akşam-ı şerifleriniz hayrolsun' dedim.."
Yıl: 1975
"Karşıma birdenbire çıkınca çok şaşırdım.. Ne yapacağıma karar veremedim, heyecandan ayaklarım titredi. Ama çok geçmeden kendime gelir gibi oldum,
yüzünde beni rahatlatan bir gülümseme vardı.. Üstüme çeki düzen verdim, kendinden emin bir sesle 'iyi akşamlar' dedim.."
Yıl: 1985
"Karşıma aniden çıkınca fevkalade şaşırdım.. Nitekim ne yapacağıma hüküm veremedim, heyecandan ayaklarım titredi. Amma ve lakin kısa bir süre sonra
kendime gelir gibi oldum, nitekim yüzünde beni ferahlatan bir tebessüm vardı.. Üstüme çeki düzen verdim, kendinden emin bir sesle 'hayırlı akşamlar' dedim.."
Yıl: 1995
"Karşıma birdenbire çıkınca çok şaşırdım.. Fena hâlde kal geldi yani.. Ama bu iş bizi bozar dedim. Baktım o da bana bakıyor, bu iş tamamdır dedim..
Manitayı tavlamak için doğruldum, artistik bir sesle 'selâm' dedim.."
Yıl: 2006
"Abi onu karşımda öyle görünce çüş falan oldum yani.. Oğlum bu iş bizi kasar dedim, fena göçeriz dedim, enjoy durumları yani.. Ama concon muyum ki ben,
baktım ki o da bana kesik.. Sarıl oğlum dedim, bu manita senin.. 'Hav ar yu yavrum?'"
Yıl: 2026
"Ven ay vaz si hör, ben çok yani öyle işte birden.. Off, ay dont nov abi yaa.. Ama o da bana öyle baktı, if so âşık len bu manita.. 'Hay beybi..'"
Dip Soru: Sizce son konuşmaya şahit olabilmek için 2026'yı bekler miyiz?
"Karşıma aniden çıkınca ziyadesiyle şaşakaldım.. Nasıl bir eda takınacağıma hüküm veremedim, âdeta vecde geldim. Buna mukabil az bir müddet sonra kendime gelir gibi oldum, yüzünde beni fevkalade rahatlatan bir tebessüm vardı.. Üstümü başımı toparladım, kendinden emin bir sesle 'akşam-ı şerifleriniz hayrolsun' dedim.."
Yıl: 1975
"Karşıma birdenbire çıkınca çok şaşırdım.. Ne yapacağıma karar veremedim, heyecandan ayaklarım titredi. Ama çok geçmeden kendime gelir gibi oldum,
yüzünde beni rahatlatan bir gülümseme vardı.. Üstüme çeki düzen verdim, kendinden emin bir sesle 'iyi akşamlar' dedim.."
Yıl: 1985
"Karşıma aniden çıkınca fevkalade şaşırdım.. Nitekim ne yapacağıma hüküm veremedim, heyecandan ayaklarım titredi. Amma ve lakin kısa bir süre sonra
kendime gelir gibi oldum, nitekim yüzünde beni ferahlatan bir tebessüm vardı.. Üstüme çeki düzen verdim, kendinden emin bir sesle 'hayırlı akşamlar' dedim.."
Yıl: 1995
"Karşıma birdenbire çıkınca çok şaşırdım.. Fena hâlde kal geldi yani.. Ama bu iş bizi bozar dedim. Baktım o da bana bakıyor, bu iş tamamdır dedim..
Manitayı tavlamak için doğruldum, artistik bir sesle 'selâm' dedim.."
Yıl: 2006
"Abi onu karşımda öyle görünce çüş falan oldum yani.. Oğlum bu iş bizi kasar dedim, fena göçeriz dedim, enjoy durumları yani.. Ama concon muyum ki ben,
baktım ki o da bana kesik.. Sarıl oğlum dedim, bu manita senin.. 'Hav ar yu yavrum?'"
Yıl: 2026
"Ven ay vaz si hör, ben çok yani öyle işte birden.. Off, ay dont nov abi yaa.. Ama o da bana öyle baktı, if so âşık len bu manita.. 'Hay beybi..'"
Dip Soru: Sizce son konuşmaya şahit olabilmek için 2026'yı bekler miyiz?
yemin edebilirim.
Başörtüsü ve kapalılıktan söz eden insanların aslında kıpır kıpır bronzlaşmış tenlerden söz ettiklerine yemin edebilirim.
Cennetten söz edenlerin ibrişim ve ipekten libaslar içinde dolaşan ceylan gözlü Huri’lerin dokunulmamış taze bedenlerinden söz ettiklerine yemin edebilirim.
Sosyal adaletten söz edenlerin kendi hırsızlıklarını kapatmaya çalıştıklarına yemin edebilirim.Adalet ve eşit dağılım silsilesini/ mekanizmasını/ düzeneğini/ kefesini düzeltmeye çalışırken bunu kutsallaştırıp kendi taraflarına eğdiklerine yemin edebilirim.
Çiçeği elinde taşıyanların, çiçeğin kırmızılığına ve güzelliğine dikkat çekerek dikeni saklamaya çalıştıklarına yemin edebilirim.
Kadın erkek eşitliğini savunanların yeri ve zamanı geldiğinde/kim uygunsa, bu cinsten birisini ezdiklerine/birbirlerine ezdirdiklerine yemin edebilirim.
Kadın hakları diye yırtınanların kadın hak ve hukukuna tecavüz ettiklerine yemin edebilirim.
Tüm çirkinliklerin ve iğrençliğin güzellik adına işlendiğine yemin edebilirim.
Cennetten söz edenlerin ibrişim ve ipekten libaslar içinde dolaşan ceylan gözlü Huri’lerin dokunulmamış taze bedenlerinden söz ettiklerine yemin edebilirim.
Sosyal adaletten söz edenlerin kendi hırsızlıklarını kapatmaya çalıştıklarına yemin edebilirim.Adalet ve eşit dağılım silsilesini/ mekanizmasını/ düzeneğini/ kefesini düzeltmeye çalışırken bunu kutsallaştırıp kendi taraflarına eğdiklerine yemin edebilirim.
Çiçeği elinde taşıyanların, çiçeğin kırmızılığına ve güzelliğine dikkat çekerek dikeni saklamaya çalıştıklarına yemin edebilirim.
Kadın erkek eşitliğini savunanların yeri ve zamanı geldiğinde/kim uygunsa, bu cinsten birisini ezdiklerine/birbirlerine ezdirdiklerine yemin edebilirim.
Kadın hakları diye yırtınanların kadın hak ve hukukuna tecavüz ettiklerine yemin edebilirim.
Tüm çirkinliklerin ve iğrençliğin güzellik adına işlendiğine yemin edebilirim.
yapın...
Bir saatliğine mutlu olacaksanız, şekerleme yapın
Bir günlüğüne mutlu olacaksanız, balık avlamaya gidin
Bir aylığına mutlu olacaksanız, evlenin
Bir yıllığına mutlu olacaksanız, bir servete konun
Tüm yaşam boyunca mutlu olacaksanız, işinizi sevin...
Seninle yaşlanmak istiyorum
Seneler geçsin, sen beni bil, ben seni bileyim istiyorum. Benim olduğu kadar dostlarının, dostlarının olduğu kadar benim ol istiyorum. Nice sıkıntı ve zorluk yaşayıp anlatalım.
Yaşayalım ki, öğrenelim hayatı ve destek çıkmayı. Birbirimizin omuzlarında ağlamalıyız. Sen çok dertlenip, içip, arkadaşlarınla eve gelmelisin. Paylaşmalı ve beraber sıkılmalıyız. Öyle ki, yalnız sıkılmak sıkmalı bizi.
Yaşayalım ki, paramız olunca sevinelim. Güzel günlerimizi, evimizde, bir şişe şarap ve pijamalarımızla kutlamalıyız. Ya da bazen dostlarla ucuz biralar içerek... Böylece yaşamalıyız işte.
Sonra çocuğumuz olmalı, düşünsene, senin ve benim olan bir canlı. Geceleri ağladıkça sırayla susturmalıyız. Sen arada mızıkçılık yapmalısın. Ve ben söylenerek sıranı almalıyım. Yorgun olduğum için yemek yapmamalıyım, söylenerek yumurta kırmalısın. Hava soğukken birbirimize sıkıca sarılıp yatmalıyız.
Zaman su gibi akıp giderken, her şey yaşanmış bir hayatımız olmalı. Her şeye rağmen hiç bıkmamalıyız birbirimizden. Mutlu da olsa, kötü de olsa, yaşadığımız günler bizim günlerimiz olmalı. Saçlara düşünce aklar ya da gidince aklar, çocukları güvence altına alıp gitmeli bu şehirden.
Kavgasız, her sabah gürültüyle uyanılmayan, sessiz bir yere gitmeliyiz. Geceleri balkonda denizi seyredip, sandalyelerimizde sallanmalıyız. Eve gelip, benden kahve istemelisin. Çocuklar gelmeli ziyaretimize, geçmişteki hareketli günlerimizi anımsamalıyız...
Öyle sevmelisin ki beni, bu yazdıklarım korkutmamalı seni. Tebessümler açtırmalı yüzünde. Bir gün bu hayatı bırakıp giderken, sadece mutluluk olmalı yüzümüzde, birbirimizi sevmenin gururu olmalı \"herşeyde\".
Can Yücel
Yaşayalım ki, öğrenelim hayatı ve destek çıkmayı. Birbirimizin omuzlarında ağlamalıyız. Sen çok dertlenip, içip, arkadaşlarınla eve gelmelisin. Paylaşmalı ve beraber sıkılmalıyız. Öyle ki, yalnız sıkılmak sıkmalı bizi.
Yaşayalım ki, paramız olunca sevinelim. Güzel günlerimizi, evimizde, bir şişe şarap ve pijamalarımızla kutlamalıyız. Ya da bazen dostlarla ucuz biralar içerek... Böylece yaşamalıyız işte.
Sonra çocuğumuz olmalı, düşünsene, senin ve benim olan bir canlı. Geceleri ağladıkça sırayla susturmalıyız. Sen arada mızıkçılık yapmalısın. Ve ben söylenerek sıranı almalıyım. Yorgun olduğum için yemek yapmamalıyım, söylenerek yumurta kırmalısın. Hava soğukken birbirimize sıkıca sarılıp yatmalıyız.
Zaman su gibi akıp giderken, her şey yaşanmış bir hayatımız olmalı. Her şeye rağmen hiç bıkmamalıyız birbirimizden. Mutlu da olsa, kötü de olsa, yaşadığımız günler bizim günlerimiz olmalı. Saçlara düşünce aklar ya da gidince aklar, çocukları güvence altına alıp gitmeli bu şehirden.
Kavgasız, her sabah gürültüyle uyanılmayan, sessiz bir yere gitmeliyiz. Geceleri balkonda denizi seyredip, sandalyelerimizde sallanmalıyız. Eve gelip, benden kahve istemelisin. Çocuklar gelmeli ziyaretimize, geçmişteki hareketli günlerimizi anımsamalıyız...
Öyle sevmelisin ki beni, bu yazdıklarım korkutmamalı seni. Tebessümler açtırmalı yüzünde. Bir gün bu hayatı bırakıp giderken, sadece mutluluk olmalı yüzümüzde, birbirimizi sevmenin gururu olmalı \"herşeyde\".
Can Yücel
Seni çok özledim, Anne çook..
Ben gidiyorum anne,
Toprağını öpeyim, sende rüyama gel beni öp.
Mutlaka gel anne,
Sen rüyama gelmeyince sol yanımın acısıyla uyanıyorum anne.
Sol yanım acıyor anne.
İşte tam şurası,
Sol yanım çok acıyor anne.
Seni çok özledim,
Anne çook...
Toprağını öpeyim, sende rüyama gel beni öp.
Mutlaka gel anne,
Sen rüyama gelmeyince sol yanımın acısıyla uyanıyorum anne.
Sol yanım acıyor anne.
İşte tam şurası,
Sol yanım çok acıyor anne.
Seni çok özledim,
Anne çook...
Artık gitme vaktidir..........
Her gemi bir liman arar kendine. Tüm yorgunluğunu alan, aşkın med cezirlerinde açılmış yaralarındaki tuzu temizleyecek bir liman… Sakin gözler, şefkatli eller… Ve sımsıcak bir göğüs baş ağrısını alan…
Sihirli bir gün, çıkar karşına o liman, atarsın demirini, dinlenirsin o gece…
Uyanırsın kuşlar kadar özgür… Durmuştur kanın ve yine mavi gökyüzü…
Düşüncelerinde tatlı bir sarhoşluk…
Artık gitme vaktidir..........
Ne gemi olmayı o seçmiştir.
Ne de liman ev sahibeliğini…
Kader mi belirlemiştir herkesin yerini.
Gemiler neden bu kadar serseri, limanlar hep fedakardır.
Fedakar olmak hep terk edilmeyi mi gerektirir.
Gemiler hep dalgalı okyanuslara aşık
Limanlar her gemiye sevdalıdır..
Sihirli bir gün, çıkar karşına o liman, atarsın demirini, dinlenirsin o gece…
Uyanırsın kuşlar kadar özgür… Durmuştur kanın ve yine mavi gökyüzü…
Düşüncelerinde tatlı bir sarhoşluk…
Artık gitme vaktidir..........
Ne gemi olmayı o seçmiştir.
Ne de liman ev sahibeliğini…
Kader mi belirlemiştir herkesin yerini.
Gemiler neden bu kadar serseri, limanlar hep fedakardır.
Fedakar olmak hep terk edilmeyi mi gerektirir.
Gemiler hep dalgalı okyanuslara aşık
Limanlar her gemiye sevdalıdır..
sevincin var mı?
Güncemde eski bir anarşistin anıları… hangi sayfaya savrulsam adın kırmızı
İlk harf de öfke........................................ son harf de isyan …
Satır aralarındaki parantez içi yeminleri saymaya (s)özüm yetmez.
Sürüyorum kendimi, sana birikiyorum hücre hücre…
Utanmadan ağlayabiliyorum benden gidişlerine vursan da kelepçeni göz bebeklerime.
Yakamoz başkaldırısı gibi geçtin ömrümden…
Yazgımın rahmine düşmüş kaç yaşanılası düş , kaç ayrılık sancısı var… bilmiyorum…
Dile vurulmuş ağıtlardayım bak şimdi.
Sen damlıyorsun soluma, ılgıt ılgıt süzülüyorsun…
Çığ olup yuvarlanıyor, sevda kaçağı yokluğun göz çukurumdan
Göğsümdeki bu acının, yaranın üzerine bastıracağın, bu kanamayı durduracağın bir sevincin var mı?
İlk harf de öfke........................................ son harf de isyan …
Satır aralarındaki parantez içi yeminleri saymaya (s)özüm yetmez.
Sürüyorum kendimi, sana birikiyorum hücre hücre…
Utanmadan ağlayabiliyorum benden gidişlerine vursan da kelepçeni göz bebeklerime.
Yakamoz başkaldırısı gibi geçtin ömrümden…
Yazgımın rahmine düşmüş kaç yaşanılası düş , kaç ayrılık sancısı var… bilmiyorum…
Dile vurulmuş ağıtlardayım bak şimdi.
Sen damlıyorsun soluma, ılgıt ılgıt süzülüyorsun…
Çığ olup yuvarlanıyor, sevda kaçağı yokluğun göz çukurumdan
Göğsümdeki bu acının, yaranın üzerine bastıracağın, bu kanamayı durduracağın bir sevincin var mı?
30 Ekim 2014 Perşembe
Yalnızlığa Alışılmalı..
Bavulları hep toplu durmalı insanın...
Bir gün telefonların hiç çalmayabileceği hesaplanmalı...
Tül perde arkasından misafir yolu gözlemekten vaz*geçmeli...
İhanetlere, terk edilmelere, bir başına bırakılmalara hazırlıklı olmalı...
Yalnızlığa alışmalı...
* * *
Çünkü "omuz omuza" günlerin vakti geçti. Dayanışma... günümüz borsasının değer kaybeden hisse senetlerinden biri artık...
Bireyin keşif çağı, geride kırık dökük yalnızlıklar bıraktı.
Terörün bile bireyselleştiği çağdayız. Zaman, birlikten kuvvet doğurma zamanı değil; zaman, tek başına dimdik ayakta kalabilmeyi becerme zamanıdır.
* * *
İşte o yüzden alışmalı yalnızlığa...
Sokaklar dolusu ıssızlıkla baş başa yaşamayı göze almalı insan... Güvendiği dağlardaki karlara bakıp ders çıkarmalı... Hüzünlü bir şarkıyla paylaşılan gecelerde başım dayayacak bir omuz arama huylarından vazgeçmeli... Sofrada tek tabağa, tabakta az yemeğe alışmalı...
Romanlardan yalnızlığı yücelten paragraflar asmalı evin en görünür duvarlarına...
"Yalnızlık paylaşılmaz/ Paylaşılsa yalnızlık olmaz" dizeleriyle başlamalı güne...
Telesekretere "şu anda size cevap verebilecek kimse yok" denmeli, "... belki de hiçbir zaman olmayacak..."
Cevapsızlığa, sessizliğe ısınmalı...
* * *
Oysa sessizlik haksızlığa alkıştır.
Haklılığın onuru yaşatır insanı... Susmanın utancı öldürür.
O yüzden en sessiz gecelerde ''doğruydu, yaptım"la teselli bulmalı insan...
Feryada komşuların yetişmemesine, soğuk duvar diplerinde sessizce ağlaşmaya alışmalı... Kendiyle he*saplaşmaya çalışmalı...
Gece yastıkla ağlaşmaya, sabah aynayla gülüşmeye, kendiyle hüzünlenip, kendiyle keyiflenmeye hazır ol*malı...
Hep başını alıp gidebilecek kadar cesur, ama hep kalıp savaşacakmış kadar gözü pek olabilmeli...
Sessizliği, sese dönüştürebilmeli...
* * *
Ve sırt çantasını her daim hazır tutmalı insan...
Yollarla barışmalı...
Yalnızlığa alışmalı...
CAN DÜNDAR
Topraklar Soğuk mu Anne Üşüyor musun ?
Biliyorum bu satırlarımı okuyamayacaksın.
Bense sana anlatamayacagım içimdeki sancıyı
Anneler Günü Geliyor.....bir bilsen ANNE ne kadar çok nefret ediyorum bu günden.
Kim Anne diye seslanse öyle bir kinle bakıyorum ki gözlerine......
Neden be Anne zamansız ayrılıklara hep gebe bu hayat.
koca kızın artık sen oldun ANNE dediler...
Anne ben senden başka annelik yapan görmedim ki...
daha küçüğüm bile diyemeden yüklediler omuzlarıma
kara deliğin dibine düşdüm...ışıksızdım.elimden tutanda olmadı ANNE.........
Paramız yokdu hatırlarmısın...sen kendine bir etek bile almaz önce çocuklarım derdin...hep önceliğindik.şimdilerde hep eline vurup ekmegi alınanlardan olduk hep bi yanımız eksikdi yokluğunda hep aglamaklıydı gözlerimiz.
Anneler günüymüş nefret ediyorum bu günden aslında ANNE kelimesine karşı bir kinim var....
kim anne diye bagırsa kulaklarımı tıkıyorum duymamak için....nefret şarkıları mırıldanıyor dilim...ellerim buz kesiliyorum kalbim bin parça.....
ben tüm annelerden nefret eder oldum gidişinle....
ben ANNE olmak istemiyorum ANNE...senin gibi ardımda bıraktıklarım olmasın diye sırf bu yüzden korkar oldum evcilik oyunlarından...
topraklar soğuk mu ANNE
üşüyormusun?
Bense sana anlatamayacagım içimdeki sancıyı
Anneler Günü Geliyor.....bir bilsen ANNE ne kadar çok nefret ediyorum bu günden.
Kim Anne diye seslanse öyle bir kinle bakıyorum ki gözlerine......
Neden be Anne zamansız ayrılıklara hep gebe bu hayat.
koca kızın artık sen oldun ANNE dediler...
Anne ben senden başka annelik yapan görmedim ki...
daha küçüğüm bile diyemeden yüklediler omuzlarıma
kara deliğin dibine düşdüm...ışıksızdım.elimden tutanda olmadı ANNE.........
Paramız yokdu hatırlarmısın...sen kendine bir etek bile almaz önce çocuklarım derdin...hep önceliğindik.şimdilerde hep eline vurup ekmegi alınanlardan olduk hep bi yanımız eksikdi yokluğunda hep aglamaklıydı gözlerimiz.
Anneler günüymüş nefret ediyorum bu günden aslında ANNE kelimesine karşı bir kinim var....
kim anne diye bagırsa kulaklarımı tıkıyorum duymamak için....nefret şarkıları mırıldanıyor dilim...ellerim buz kesiliyorum kalbim bin parça.....
ben tüm annelerden nefret eder oldum gidişinle....
ben ANNE olmak istemiyorum ANNE...senin gibi ardımda bıraktıklarım olmasın diye sırf bu yüzden korkar oldum evcilik oyunlarından...
topraklar soğuk mu ANNE
üşüyormusun?
SEVİYORUM SENİ
Hüzünlerimin Sevince Dönüşlerinde Seviyorum Seni
Çıkmaz Sokakların Çıkışında İmkansızlıklarda
Nefes Alışımda,Kalp Atışımda Seviyorum Seni
Yaşamak İçin Seviyorum Seni
Güneşin Doğduğu Yerde Seviyorum Seni
Gecenin Ayaz Karanlığının Çiğ Islaklığında
Dünyanın Dönmesi Kadar Gerçek Seviyorum Seni
Bu Evrende Varolmak İçin Seviyorum Seni
Yedi Tepeli Şehr-i İstabul'dan Seviyorum Seni
Boğazdaki Martıların Sessiz Çığlıklarında
Kız Kulesinin İhtişamında Seviyorum seni
Bu Şehirde Sensiz Seninle Yaşayarak Seviyorum Seni
Umutlarımın Başladığı Yerde Seviyorum Seni
İçimde Hergeçen Gün Yeşeren Sevda Tohumunda
Hiç Ayrılmayacağımız Günlerin Hayalinde Seviyorum Seni
Deli Sevdalardır Beni Yaşatan
Ancak Ben Olurum Hırçın Dalgalarında
Zincirler Eylemez Olur Beni Sendeyken
Sadece Aşkının Denizidir
Alevleri Söndüren
Sana Adadım Beni
Senle Yaşarım Her Deliliği
Sensizken Kuru Çöl Kumları Gibi
Kalırım Susuz Yazlar Misali
Çıkmaz Sokakların Çıkışında İmkansızlıklarda
Nefes Alışımda,Kalp Atışımda Seviyorum Seni
Yaşamak İçin Seviyorum Seni
Güneşin Doğduğu Yerde Seviyorum Seni
Gecenin Ayaz Karanlığının Çiğ Islaklığında
Dünyanın Dönmesi Kadar Gerçek Seviyorum Seni
Bu Evrende Varolmak İçin Seviyorum Seni
Yedi Tepeli Şehr-i İstabul'dan Seviyorum Seni
Boğazdaki Martıların Sessiz Çığlıklarında
Kız Kulesinin İhtişamında Seviyorum seni
Bu Şehirde Sensiz Seninle Yaşayarak Seviyorum Seni
Umutlarımın Başladığı Yerde Seviyorum Seni
İçimde Hergeçen Gün Yeşeren Sevda Tohumunda
Hiç Ayrılmayacağımız Günlerin Hayalinde Seviyorum Seni
Deli Sevdalardır Beni Yaşatan
Ancak Ben Olurum Hırçın Dalgalarında
Zincirler Eylemez Olur Beni Sendeyken
Sadece Aşkının Denizidir
Alevleri Söndüren
Sana Adadım Beni
Senle Yaşarım Her Deliliği
Sensizken Kuru Çöl Kumları Gibi
Kalırım Susuz Yazlar Misali
Bak sevgili dedim
Bak sevgili dedim
Bak gör halimi
Sayfa, sayfa şiirler yazdım sana
Yüreğimi akıttım sözcüklerime
Dedi ki sevdan sığar mı sayfalara
Sığdıra bilir misin sen sevdiğini sözcüklere
Yürek bir sevdalı sözle kanar mı
Dedim ki ben söz oldum da aktım sana
Yüreğim bir sevdalı deniz oldu da aktı şiirin yüreğine
Ben çaresiz bir aşık
Çaresizim ben aşkına
Çaresiz sığındım sevdalı şiirlere
Dedi ki çaresizlik mi var sevdada
Nerdedir çaresizlik
Sevememekte mi
Sevilememekte mi
Dedim ki sana ulaşamamakta
Dedi ki ben imkansızlıkları severim
İmkansızlıkların yaşanmasını severim
Dedi ki ulaşmak için bana
Akmalısın bütün imkansızlıkları yıkarak
Bütün imkansızlıkları imkanlı kılarak
Ben bir çaresizliğine sığar mıyım
Yaşar mıyım çaresizliğe esir birinin aşkını
Dedim ki sen imkansızlıksın benim için
İmkansızlığı sevdiğim için severim seni
Çaresizliğim imkansızlığa olan aşkımdandır
Dedi ki sen bensizliği seçmişsin aşkın için
Dedi ki sen aşkı seçmişsin yasamak için
Nedir benden istediğin
Dedim ki sen olmalısın
Olmalısın ki koşayım sana
Koşayım ki sen her adımda biraz daha uzaklaş benden
Uzaklaş ki imkansızlığın yüreğinde bulayım seni
Benim çarem çaresizliğimin içindedir
Dedi ki ne istersin o zaman benden
Kal dedim yanımda benden uzak durarak
Kal benim yanımda benden adım, adım uzaklaşarak
Ben koşacağım pesinden
Koşacağım imkansızlıkları yıkarak
Dedi ki uzaklaşacağım senden
Uzaklaşacağım bir masalsı aşk yaşamak için
Kaf dağının ardına gideceğim
Kaf dağının arkasından sesleneceğim sana
İmkansızlıkları imkanlı kılmak için
Gelip beni bulman için
Dedi ki rüzgar olacağım
Bir kus olman için
Kanatlarında beni bulman için bir rüzgar olacağım
İmkansızlığın içinde bulman için beni
Dedi ki sen imkansızlığa aşıksın
Aşığım senin imkansızlığa olan aşkına
Dedi ki sen bu aşkta beni aramadın ya
Sen bu aşkta bendeki imkansızlığa aşık oldun ya
Bende aşık oldum senin aşka olan sevdana
Dedi ki bembeyaz bir kar örtüsünün üstünde
Bembeyaz bir çiçek olacağım
Bembeyaz bir koku yayacağım
Gelip beni imkansızlıklar içinde bulman için
Dedim ki sen bu aşkta bana sahiplenmedin ya
Bendeki bu imkansız aşka aşık oldun ya sen
Bende aşık oldum bana duyduğun bu imkansız aşka
Bak gör halimi
Sayfa, sayfa şiirler yazdım sana
Yüreğimi akıttım sözcüklerime
Dedi ki sevdan sığar mı sayfalara
Sığdıra bilir misin sen sevdiğini sözcüklere
Yürek bir sevdalı sözle kanar mı
Dedim ki ben söz oldum da aktım sana
Yüreğim bir sevdalı deniz oldu da aktı şiirin yüreğine
Ben çaresiz bir aşık
Çaresizim ben aşkına
Çaresiz sığındım sevdalı şiirlere
Dedi ki çaresizlik mi var sevdada
Nerdedir çaresizlik
Sevememekte mi
Sevilememekte mi
Dedim ki sana ulaşamamakta
Dedi ki ben imkansızlıkları severim
İmkansızlıkların yaşanmasını severim
Dedi ki ulaşmak için bana
Akmalısın bütün imkansızlıkları yıkarak
Bütün imkansızlıkları imkanlı kılarak
Ben bir çaresizliğine sığar mıyım
Yaşar mıyım çaresizliğe esir birinin aşkını
Dedim ki sen imkansızlıksın benim için
İmkansızlığı sevdiğim için severim seni
Çaresizliğim imkansızlığa olan aşkımdandır
Dedi ki sen bensizliği seçmişsin aşkın için
Dedi ki sen aşkı seçmişsin yasamak için
Nedir benden istediğin
Dedim ki sen olmalısın
Olmalısın ki koşayım sana
Koşayım ki sen her adımda biraz daha uzaklaş benden
Uzaklaş ki imkansızlığın yüreğinde bulayım seni
Benim çarem çaresizliğimin içindedir
Dedi ki ne istersin o zaman benden
Kal dedim yanımda benden uzak durarak
Kal benim yanımda benden adım, adım uzaklaşarak
Ben koşacağım pesinden
Koşacağım imkansızlıkları yıkarak
Dedi ki uzaklaşacağım senden
Uzaklaşacağım bir masalsı aşk yaşamak için
Kaf dağının ardına gideceğim
Kaf dağının arkasından sesleneceğim sana
İmkansızlıkları imkanlı kılmak için
Gelip beni bulman için
Dedi ki rüzgar olacağım
Bir kus olman için
Kanatlarında beni bulman için bir rüzgar olacağım
İmkansızlığın içinde bulman için beni
Dedi ki sen imkansızlığa aşıksın
Aşığım senin imkansızlığa olan aşkına
Dedi ki sen bu aşkta beni aramadın ya
Sen bu aşkta bendeki imkansızlığa aşık oldun ya
Bende aşık oldum senin aşka olan sevdana
Dedi ki bembeyaz bir kar örtüsünün üstünde
Bembeyaz bir çiçek olacağım
Bembeyaz bir koku yayacağım
Gelip beni imkansızlıklar içinde bulman için
Dedim ki sen bu aşkta bana sahiplenmedin ya
Bendeki bu imkansız aşka aşık oldun ya sen
Bende aşık oldum bana duyduğun bu imkansız aşka
Filistinli Cocugun Mektubu
Bağışlayın beni!
Kenarlarında renkli çiçekler olan mektup kağıtlarına yazmak isterdim.
Kelebek kanatları boyamayı,
Kuşların ötüşünü dinlemeyi,
Hatta uçurtma uçurmayı da öğrenebilirdim.
Bağışlayın beni.
Top ateşleri, bomba gürültüleri arasında doğdum ben.
Ninniler yerine, makinelilerin takırtılarıyla büyüdüm.
Renklerden ilk önce, kan kırmızısını tanıdım.
Çiçeklerden önce, ölülerin arasında dolandım.
Hiç saklambaç oynayamadım kelebeklerle.
Üç yaşımdayken, en büyük abimi,
sekizimdeyken, ortancayı kaybettim.
Babamı ellerini bağlayarak götürdüklerinde dokuzundaydım.
Gömdüğümüzde onumda.
Ablam 15’inde terk etti evi.
15’inde kızlar okula gider.
17’sinde dantel örer.
Çeyiz sandığı düzer.
Bizim burada 15’inde kızlar savaşa gider.
Seçme hakkı tanımaz zorbalar bir genç kız olsan bile sana.
Ya evinde oturup ölümü bekleyeceksin.
Ha bugün, ha yarın diye diye yaşarken öleceksin. Ya da…
Ölümlerin ateşinden sesleniyorum size duyuyor musunuz?
Filistin’im ben anlıyor musunuz?
Ama yine de yaşıyorum işte.
Çünkü kanlı topraklarda büyürken yaşamayı…
Çiçek boyamayı değilse de, mezar taşlarında çiçek büyütmeyi…
Kelebek kovalamayı değil ama, tüfek tutmayı öğrendik.
Sokak aralarında mermi kovanlarından oyuncak yaptık.
Patlamamış el bombaları topladık.
Mayınların üstünde sek sek oynadık.
Bu kadar nefret, bu kadar acı arasında yaşamayı…
Karanlıklar arasından güneşe bakmayı becerdik.
Onun için kocaman ve karadır gözlerimiz.
Onun için hâlâ sımsıcaktır, düşmana taş atarken nasırlaşan minik ellerimiz.
Evimizi yıktılar dün.
Bir baştan bir başa mahallemizi yaktılar.
Mermi kovanlarıyla misket oynarken biz, üzerimize bombalar attılar.
Üç arkadaşım can verdi.
Üç küçük çocuk.
Bağışlayın beni, kurtaramadım!
Sarkmıştı omzumdan aşağı kanlı kolum, uzatamadım.
Elim düştü yere, kolum çaresiz…
Kanlarımız karıştı birbirine, arkadaşlarım sessiz.
İşte orada kankardeş olduk biz.
Gözlerim karardı önce.
Başım döndü.
Ama uyumak istemiyorum.
Uyursam arkadaşlarım bu dünyadan göçer diye korkuyorum.
Bağışlayın beni!
Tutamadım kendimi.
Yapıştırmadım alnıma, açık dursunlar diye gözbebeklerimi.
Kaybettim kan kardeşlerimi.
Yaşım 13.
Burada çocuklar çocuk olmaz.
Bebeler bile yaşamak için beşikten siper yapar.
Çünkü İsrail denilen zorbanın Amerikan bombaları,
beşiklere bile mezar kazar.
Ölümlerin içinden büyüyorum.
Minicik yüreğimle, ateşlerin arasından, öfkeyle geliyorum.
Dudaklarımdan dökülen özgürlük türkülerini duyuyor musunuz?
Filistin’im ben anlıyor musunuz?
Kenarlarında renkli çiçekler olan mektup kağıtlarına yazmak isterdim.
Kelebek kanatları boyamayı,
Kuşların ötüşünü dinlemeyi,
Hatta uçurtma uçurmayı da öğrenebilirdim.
Bağışlayın beni.
Top ateşleri, bomba gürültüleri arasında doğdum ben.
Ninniler yerine, makinelilerin takırtılarıyla büyüdüm.
Renklerden ilk önce, kan kırmızısını tanıdım.
Çiçeklerden önce, ölülerin arasında dolandım.
Hiç saklambaç oynayamadım kelebeklerle.
Üç yaşımdayken, en büyük abimi,
sekizimdeyken, ortancayı kaybettim.
Babamı ellerini bağlayarak götürdüklerinde dokuzundaydım.
Gömdüğümüzde onumda.
Ablam 15’inde terk etti evi.
15’inde kızlar okula gider.
17’sinde dantel örer.
Çeyiz sandığı düzer.
Bizim burada 15’inde kızlar savaşa gider.
Seçme hakkı tanımaz zorbalar bir genç kız olsan bile sana.
Ya evinde oturup ölümü bekleyeceksin.
Ha bugün, ha yarın diye diye yaşarken öleceksin. Ya da…
Ölümlerin ateşinden sesleniyorum size duyuyor musunuz?
Filistin’im ben anlıyor musunuz?
Ama yine de yaşıyorum işte.
Çünkü kanlı topraklarda büyürken yaşamayı…
Çiçek boyamayı değilse de, mezar taşlarında çiçek büyütmeyi…
Kelebek kovalamayı değil ama, tüfek tutmayı öğrendik.
Sokak aralarında mermi kovanlarından oyuncak yaptık.
Patlamamış el bombaları topladık.
Mayınların üstünde sek sek oynadık.
Bu kadar nefret, bu kadar acı arasında yaşamayı…
Karanlıklar arasından güneşe bakmayı becerdik.
Onun için kocaman ve karadır gözlerimiz.
Onun için hâlâ sımsıcaktır, düşmana taş atarken nasırlaşan minik ellerimiz.
Evimizi yıktılar dün.
Bir baştan bir başa mahallemizi yaktılar.
Mermi kovanlarıyla misket oynarken biz, üzerimize bombalar attılar.
Üç arkadaşım can verdi.
Üç küçük çocuk.
Bağışlayın beni, kurtaramadım!
Sarkmıştı omzumdan aşağı kanlı kolum, uzatamadım.
Elim düştü yere, kolum çaresiz…
Kanlarımız karıştı birbirine, arkadaşlarım sessiz.
İşte orada kankardeş olduk biz.
Gözlerim karardı önce.
Başım döndü.
Ama uyumak istemiyorum.
Uyursam arkadaşlarım bu dünyadan göçer diye korkuyorum.
Bağışlayın beni!
Tutamadım kendimi.
Yapıştırmadım alnıma, açık dursunlar diye gözbebeklerimi.
Kaybettim kan kardeşlerimi.
Yaşım 13.
Burada çocuklar çocuk olmaz.
Bebeler bile yaşamak için beşikten siper yapar.
Çünkü İsrail denilen zorbanın Amerikan bombaları,
beşiklere bile mezar kazar.
Ölümlerin içinden büyüyorum.
Minicik yüreğimle, ateşlerin arasından, öfkeyle geliyorum.
Dudaklarımdan dökülen özgürlük türkülerini duyuyor musunuz?
Filistin’im ben anlıyor musunuz?
Toplumumuzdakı Namus Algısı..
Namus kavramı sözlükte ahlak, şeref, haysiyet kurallarına sıkı sıkıya bağlılık biçiminde tanımlanır.
Daha geniş anlamda; kişilerin dürüst çalışması, insan ilişkilerinde dürüst olması, yalan söylememesi, insani değerlere saygı göstermesi, hırsızlık yapmaması gibi genel ilkelerle açıklanır.
Bu bağlamda kadın ve aile de eşlerin birbirine sadakati, çocuklarına bağlılığı olarak ele alınır.
Ancak hemen her toplumda kadının, çocukluktan itibaren başta babası ve erkek kardeşleri olmak üzere kendi ailesinin, evlendikten sonra ise eşiyle eşinin ailesinin denetimi altında tutulduğunu biliyoruz.
Erkek, yalnızca yakını olan kadınların -anne, kız kardeş, eş, kız evlat, gelin vb.- değil deyim yerindeyse mahallenin namusuna da göz kulak olmak zorundadır.
Bizde de kadın cinselliği odaklı bu namus anlayışı yaygındır.
Buna göre kadın; bekaretini korumalı, giyim kuşamı ve davranışları bir kadından beklendiği biçimde olmalı, görevlerini geleneklere uygun olarak yerine getirmelidir.
Kimi çevrelerde kadınlara okula gitme, bir işte çalışma konusunda da söz hakkı tanınmaz. Radyodan bir şarkı istemek, bir arkadaşıyla pastaneye gitmek “aile namusunu lekeleyen davranışlar” olarak görülür.
Beterin beteri; kadın, değişim aracı (berdel) olarak başka bir aileye verilebilir ya da eşini başka kadınlarla (kuma) paylaşmak zorunda bırakılabilir.
Bu konudaki bir diğer yaygın anlayış da kadınlara uygulanan cinsel baskının İslamla ilişkilendirilmesidir. Oysa araştırmalar, bunun İslamdan daha eski olduğu, kadının bir “mal” olarak görülmesinden kaynaklandığı yönünde. Aslında sorunun kökenine inmek, nedenlerini ortaya koymak uzmanların işi; bizi ilgilendiren ise kadınların, kendilerine dayatılan kuralların dışına çıktıklarında cezalandırılmaları.
Aileleri tarafından reddedilme, bulunduğu yerden uzaklaştırma, zorla evlendirme, cezaların en hafifi.
Çevrenin baskısı, tepkiler; kimi kez asılsız iddialar, dedikodular, aileleri sert önlemler almak zorunda bırakıyor.
Namusla ilgili olaylarda çocukların yaptıklarından kendileri sorumlu tutulduğundan anneler de suçluluk duygusuna kapılıyor. Ve olayın sonu cinayete -kimi zaman mağdurun intiharına- varsa da kızından yana tavır alamıyor.
Peki olayların akışı nasıl değiştirilebilir?
Hep savunduğumuz gibi öncelikle, kamu kurumlarının olaylara müdahalesiyle.
Ya tehdit altındaki kadınların korunması?
Bu soruya ayrıntılı bir yanıt verecek durumda değiliz. Ama kadınların baş vurabilecekleri, profesyonel hizmet veren kurumlara olan ihtiyacı görmek için uzman olmak gerekmiyor.
Belediye başkanları, yerel yöneticiler, emniyet görevlileri olayları önlemekle, yasaları tam olarak uygulamakla yükümlü değiller mi? Tıpkı sigara bırakma kampanyaları gibi broşür, afiş, radyo ve televizyon programları vb. etkinlikler yapılamaz mı?
Kadınların küçük yaştan itibaren, olayların önlenmesinde kendilerinin de etkin bir rol oynayabileceğine inanmaları için özgüven geliştirme, kendini savunmaya yönelik bilinçlendirme programları düzenlenemez mi?
İnsan hakları, yasal haklar, kadın hakları öğretilemez mi?
Namus algısı...
Alınacak önlemler, çok sayıda kadının bilinçlenerek suskunluğunu sona erdirip cinsel şiddete karşı tepki göstermesine yardımcı olacaktır.
Toplumumuzda namus algısı yaş, çevre, eğitim düzeyi, din ve mezhep, etnisite vb. etkenlere göre değişiklik gösteriyor. Ancak yasalar bile ataerkilliğe hizmet ediyorsa -ki bu yüzden değişiklikler yapılıyor- işimiz zor demektir.
Kuşkusuz olayların önlenmesinde, zihniyet değişikliği yasaların değiştirilmesinden daha önemlidir.
Araştırmalara göre kente göçte erkekler, kent kültürüyle karşılaşmanın çelişkilerini kadınlara göre daha yoğun yaşıyorlar. Erkek; kimliğini, benliğini yitirme korkusu duyuyor. Doğup büyüdüğü yerdeki otoritesini tehdit altında hissettiğinden özgüven tazelemek için kadına yükleniyor. Şiddeti artıran etmenlerden biri de bu.
Küreselleşmenin getirdiği eşitsizliğin; cinsel şiddeti gelir, sınıf ve kültür farkı gözetmeden tüm dünyada tırmandırdığını da unutmayalım.
Özetle; kadınlara yönelik ‘ayrımcılık’, cinsel şiddeti pekiştiren en önemli etken. Birincisi ortadan kaldırılmadan diğerini bütünüyle önlemek olanaksız görünüyor.
Susmak Ve Öğrenmek
Bir gün susmayı öğrendim. Öyle bir sustum ki belki sonsuza kadar susacaktım. Çünkü susmak benim küçücük dünyamda babamla kurduğum iletişim tarzıydı.
Babam akşamları eve yorgun dönerdi. Ben bütün gün evde sıkılır onun gelişini iple çekerdim. Daha o kapıdan girer girmez boynuna atılır onunla oynamak isterdim. Babam sarılır, öper sonra da, hadi odana git, derdi. Yemek hazırlanınca annem çağırır bu defa masada bir araya gelirdik babamla.Onlar annemle konuşurken ben araya girer, sesimi duyuramayınca da bağırırdım.Babam sinirlenir, 'Bütün gün insanlara kafa patlatmaktan bunaldım, bir de sen kafamı ütüleme!' derdi.Annem de 'Bütün gün zaten seninle uğraştım, bir çift laf da mı konuşturtmayacaksın babanla?' diye çıkışır, beni odama gönderirdi. Çaresiz bir şekilde boynumu büker odama yani hapishaneme doğru yol alırdım. Babam arkamdan, 'Bizim bir odamız bile yoktu, her şeye sahip,hâlâ ne istiyor anlamadım.' diye bağırmaya devam ederdi.
'Keşke benim de bir odam olmasaydı, keşke bizim de evimiz bir odalı olsaydı da hep birlikte otursaydık' derdim içimden; ama yüksek sesle söylemeye cesaret edemezdim.
Yemekten sonra babam kanepeye uzanır, eline kumandayı alır, televizyon seyrederdi. Beni yanına çağırır biraz severdi. Onun izleyeceği önemli birşey varsa beni adeta yerimden bile kıpırdatmazdı. Azıcık hareket edip koşup oynamaya çalışsam oda hapsim yeniden başlardı. Bir gün anladım ki susunca babamla daha iyi anlaşıyoruz. Bu defa susarak yapabileceğim oyunlar geliştirmeye başladım. Önce resim yaparak başladım işe. Babam çizdiğim resimleri çok beğeniyor; 'Bak, böyle uslu uslu oyna işte.' diyordu. Babam bazen göz ucuyla bakıyor, resimle ilgili bir şey sorsam afallıyordu. Ama bana kızarak beni artık odama göndermiyordu.'Son günlerde ne de akıllandı benim oğlum.' diye komşulara anlatıyordu annem halimi.
Resimlerim arttıkça ortalık dağılmaya başladı. Annem 'Odanı topla!'diye odama kapattığında işe nereden başlayacağımı bilemiyordum.Ben bunlarla uğraşırken zaman geçiyor; ama odamı toparlamayı beceremiyordum. Annem odama gelip 'Bak sana resim yapmayı yasaklayacağım.' dedi bir gün. Susuyor olmamı usluluk olarak değerlendiren ailem resim yapmayı da elimden alırsa ben ne yapacaktım?
Bu düşüncelerle bir aile tablosu yaptım. Babam eve gelince uygun zamanı kolladım. Her zamanki gibi yemekler yendi, odaya geçildi. Babam oturur oturmaz çizdiğim resmi getirdim. Babam baktı. Hım, dedi 'Çok güzel olmuş.Bu adam benim herhalde.' dedi.Ben 'Hayır o adam değil, bu çocuk sensin.'dedim. O 'Hayır, bu adam benim, bu çocuk sensin, bu küçük kız da arkadaşın.'dedi.Ben yine 'Hayır, o büyük adam benim, bu küçük adam sensin, bu küçük kız da annem.' dedim. Babam benimle uğraşmaktan vazgeçip: 'Peki neden bizi küçük çizdin?' dedi. Heyecanla başladım anlatmaya.Ben büyüyüp adam olacağım. İş bulup çalışacağım. Siz yaşlanıp küçüleceksiniz. Beliniz bükülecek, komşumuz Ahmet amca ile Ayşe teyze gibi küçücük kalacaksınız. Ben işten geldiğimde yorgun olacağım. Siz benimle konuşmaya çalıştığınızda işyerinde kafam şişmiş olacağından sizi duymayacağım bile. Siz benimle bir şeyler paylaşmak istediğinizde 'Hadi odanıza çekilin de kafa dinleyeyim.' diyeceğim. Ve bir de bağıracağım 'Her şeylerini alıyorum. Sıcacık odaları da var, daha ne istiyorlar' diye.
Annemle babamın gözleri fal taşı gibi açılmıştı. Duyduklarına inanamıyorlardı. Bana sarılıp beni öyle içten bir okşayışları vardı ki
sonsuza kadar konuşsam hiç bıkmadan dinleyecekler gibiydi.
Babam akşamları eve yorgun dönerdi. Ben bütün gün evde sıkılır onun gelişini iple çekerdim. Daha o kapıdan girer girmez boynuna atılır onunla oynamak isterdim. Babam sarılır, öper sonra da, hadi odana git, derdi. Yemek hazırlanınca annem çağırır bu defa masada bir araya gelirdik babamla.Onlar annemle konuşurken ben araya girer, sesimi duyuramayınca da bağırırdım.Babam sinirlenir, 'Bütün gün insanlara kafa patlatmaktan bunaldım, bir de sen kafamı ütüleme!' derdi.Annem de 'Bütün gün zaten seninle uğraştım, bir çift laf da mı konuşturtmayacaksın babanla?' diye çıkışır, beni odama gönderirdi. Çaresiz bir şekilde boynumu büker odama yani hapishaneme doğru yol alırdım. Babam arkamdan, 'Bizim bir odamız bile yoktu, her şeye sahip,hâlâ ne istiyor anlamadım.' diye bağırmaya devam ederdi.
'Keşke benim de bir odam olmasaydı, keşke bizim de evimiz bir odalı olsaydı da hep birlikte otursaydık' derdim içimden; ama yüksek sesle söylemeye cesaret edemezdim.
Yemekten sonra babam kanepeye uzanır, eline kumandayı alır, televizyon seyrederdi. Beni yanına çağırır biraz severdi. Onun izleyeceği önemli birşey varsa beni adeta yerimden bile kıpırdatmazdı. Azıcık hareket edip koşup oynamaya çalışsam oda hapsim yeniden başlardı. Bir gün anladım ki susunca babamla daha iyi anlaşıyoruz. Bu defa susarak yapabileceğim oyunlar geliştirmeye başladım. Önce resim yaparak başladım işe. Babam çizdiğim resimleri çok beğeniyor; 'Bak, böyle uslu uslu oyna işte.' diyordu. Babam bazen göz ucuyla bakıyor, resimle ilgili bir şey sorsam afallıyordu. Ama bana kızarak beni artık odama göndermiyordu.'Son günlerde ne de akıllandı benim oğlum.' diye komşulara anlatıyordu annem halimi.
Resimlerim arttıkça ortalık dağılmaya başladı. Annem 'Odanı topla!'diye odama kapattığında işe nereden başlayacağımı bilemiyordum.Ben bunlarla uğraşırken zaman geçiyor; ama odamı toparlamayı beceremiyordum. Annem odama gelip 'Bak sana resim yapmayı yasaklayacağım.' dedi bir gün. Susuyor olmamı usluluk olarak değerlendiren ailem resim yapmayı da elimden alırsa ben ne yapacaktım?
Bu düşüncelerle bir aile tablosu yaptım. Babam eve gelince uygun zamanı kolladım. Her zamanki gibi yemekler yendi, odaya geçildi. Babam oturur oturmaz çizdiğim resmi getirdim. Babam baktı. Hım, dedi 'Çok güzel olmuş.Bu adam benim herhalde.' dedi.Ben 'Hayır o adam değil, bu çocuk sensin.'dedim. O 'Hayır, bu adam benim, bu çocuk sensin, bu küçük kız da arkadaşın.'dedi.Ben yine 'Hayır, o büyük adam benim, bu küçük adam sensin, bu küçük kız da annem.' dedim. Babam benimle uğraşmaktan vazgeçip: 'Peki neden bizi küçük çizdin?' dedi. Heyecanla başladım anlatmaya.Ben büyüyüp adam olacağım. İş bulup çalışacağım. Siz yaşlanıp küçüleceksiniz. Beliniz bükülecek, komşumuz Ahmet amca ile Ayşe teyze gibi küçücük kalacaksınız. Ben işten geldiğimde yorgun olacağım. Siz benimle konuşmaya çalıştığınızda işyerinde kafam şişmiş olacağından sizi duymayacağım bile. Siz benimle bir şeyler paylaşmak istediğinizde 'Hadi odanıza çekilin de kafa dinleyeyim.' diyeceğim. Ve bir de bağıracağım 'Her şeylerini alıyorum. Sıcacık odaları da var, daha ne istiyorlar' diye.
Annemle babamın gözleri fal taşı gibi açılmıştı. Duyduklarına inanamıyorlardı. Bana sarılıp beni öyle içten bir okşayışları vardı ki
sonsuza kadar konuşsam hiç bıkmadan dinleyecekler gibiydi.
Neden ALO deriz?
Telefonu açışımızda kullandığımız “Alo” sözcüğünün Allessandra Lolita Oswaldo isimli kişinin kısaltılmış adı olduğunu biliyor muydunuz? Peki, neden bir başkasının değil de Allessandra Lolita Oswaldo’nun ismi?
Telefonu icat eden Graham Bell, ilk hattı sevgilisinin evine çekmişti. Atölyesinde telefon çalınca arayanın Allessandra Lolita Oswaldo’dan başkası olamayacağını bildiğinden Graham Bell, telefonu açar açmaz “Allessandra Lolita Oswaldo” diyordu. Bell, zamanla sevgilisine, adını kısaltarak hitap etmeye başladı ve telefonu her açışında onu “Ale Lolos” diye karşıladı. Çalışmaları uzadıkça Bell, sevgilisinin adını daha da kısalttı ve öne iki heceli bir ad buldu: “Alo!” Allessandra Lolita Oswaldo, geliştirip, tüm kente yaymaya çalıştığı telefondan başka bir şey düşünmeyen sevgilisinin bitmek tükenmek bilmeyen deneylerinden rahatsız olmaya başlayınca Graham Bell’i telefonuyla baş başa bırakıp onu terk etti. Yaşlı Bell, sevgilisinin bir gün onu arayacağı umuduyla telefonun başından ayrılmadı. Kentte çekilen telefon hatlarının sayısı da giderek artmaya başlamıştı. Bell’i artık başka kişiler de arıyordu. Fakat o, telefonun her çalışında kendisini sevgilisinin aradığını sanarak telefonunu “Alo” diyerek açıyor ve herkes “Alo” diyordu. O günlerde hemen herkes telefonu açtıklarında Alexander Graham Bell’in anısına saygı olarak “Alo” demeye başladı. Bugün hepimizin kullandığı “Alo” sözcüğü işte buradan geliyor.
Telefonu icat eden Graham Bell, ilk hattı sevgilisinin evine çekmişti. Atölyesinde telefon çalınca arayanın Allessandra Lolita Oswaldo’dan başkası olamayacağını bildiğinden Graham Bell, telefonu açar açmaz “Allessandra Lolita Oswaldo” diyordu. Bell, zamanla sevgilisine, adını kısaltarak hitap etmeye başladı ve telefonu her açışında onu “Ale Lolos” diye karşıladı. Çalışmaları uzadıkça Bell, sevgilisinin adını daha da kısalttı ve öne iki heceli bir ad buldu: “Alo!” Allessandra Lolita Oswaldo, geliştirip, tüm kente yaymaya çalıştığı telefondan başka bir şey düşünmeyen sevgilisinin bitmek tükenmek bilmeyen deneylerinden rahatsız olmaya başlayınca Graham Bell’i telefonuyla baş başa bırakıp onu terk etti. Yaşlı Bell, sevgilisinin bir gün onu arayacağı umuduyla telefonun başından ayrılmadı. Kentte çekilen telefon hatlarının sayısı da giderek artmaya başlamıştı. Bell’i artık başka kişiler de arıyordu. Fakat o, telefonun her çalışında kendisini sevgilisinin aradığını sanarak telefonunu “Alo” diyerek açıyor ve herkes “Alo” diyordu. O günlerde hemen herkes telefonu açtıklarında Alexander Graham Bell’in anısına saygı olarak “Alo” demeye başladı. Bugün hepimizin kullandığı “Alo” sözcüğü işte buradan geliyor.
Bunlar Sadece Türkiye'de Olur
Yeryüzünde insanlar ya sigara içerler ya da içmezler. İçenler, sigaralarını çakmak ya da kibritle yakarlar. Ve bunların bir cogu da kanserden ölür.
Ama, dünyada demir çelik haddehanesinde çalışan hiçbir işçinin, sigarasını yakmak amacıyla 600 tonluk pres makinesinin arasından emekleyerek geçip
2450 santigrat sıcaklığındaki fırına ulaşmaya çalışırken can verdiği görülmemiştir.
Türkiye'de görülmüştür, Karabük'te...
*********************
Bütün dünyada haşerat, özellikle sivrisinek vardır, buralarda da sinek ilacı kullanılır.
Ama, sivrisinek yutup da midesine kaçan sineği öldürmek üzere ağzına Shelltox sıkmak suretiyle zehirlenip ölen, Türkiye'dedir.
İstanbul, Sultanbeyli'de...
*********************
Dünyanın her yerinde insanlar berbere gidip tıraş olurlar
Ama hiçbir berber, rahatlatmak amacıyla müşterinin kafasını sağa sola kanırtırken adamın boynunu kırıp onu öldürmemiştir.
Türkiye'de öldürmüştür, Erzurum'da...
*********************
Dünyanın hiçbir yerinde bankamatikten para çekmek için düğmeye bastığınızda elektrik çarpmaz ve ölmezsiniz
Türkiye'de ölürsünüz, Bozcaada'da...
*********************
Dünyanın hiçbir yerinde, otoyolda giderken radyoda duyduğu göbek havası eşliğinde göbek atmak için arabayı 'sağ şeride çeken' ve az sonra da arkadan gelen arabanın çarpması
sonucu ölen bilinmez.
Türkiye'de bilinir, Adapazarı'nda...
*********************
Nüfus sayım günü sokağa çıkma yasağı nedeniyle bomboş otoyolda (Dünyanın hiçbir yerinde böyle bir şey yoktur ve olamaz) sayım görevlisi 'bariyerlere' çarpıp ölmez.
Burada ölür, Gebze'de...
*********************
Dünya'nin hiçbir yerinde aynı işyerinde biri gece, biri de gündüz
vardiyasında çalışmakta olan ve her ikisi de 'mobilet' kullanan bir baba-oğul, birisi işten çıkıp eve gider, öteki evden işe gelirken bir kavşakta karşılaşmazlar ve birbirlerine selam vermek için ellerini kaldırınca çarpışıp her ikisi de ölmezler.
Burada olur, Konya'da...
*********************
Dünyanın hiçbir yerinde marangoz atölyesinde çalışan işçiler paydosta üzerlerindeki talaşları temizlemek için birbirlerine 'kompresör' tutarlarken, biri ötekine şaka yapmak için kompresörü onun arkasına tutmaz, öteki de 'şaka öyle olmaz böyle olur' diye aynı kompresörü berikinin makatına sokmaz ve adam bağırsakları patlayarak ölmez.
Bizde olur, İstanbul, Ayazağa'da...
*********************
Dünyanın hiçbir yerinde gemi mühendisi kazanı kontrol etmek için kazana girdiğinde biri gelip kazanın kapağını kapatmaz ve sonra da gemi yola çıkmaz.
Bizde olur, Kocaeli, Dilovası'nda...
*********************
Dünyanın hiçbir yerinde bir adam ayakkabısının içine kaçan taştan kurtulmak için elektrik direğine yaslanıp ayakkabısını çıkarıp silkelediğinde, yoldan geçen bir başkası onu elektrik çarptığını sanmaz ve elektrikle bağlantısını kesmek amacıyla kafasına kürekle vurarak onu öldürmez.
Bizde öldürür, Rize'de..
Alıntı
Ama, dünyada demir çelik haddehanesinde çalışan hiçbir işçinin, sigarasını yakmak amacıyla 600 tonluk pres makinesinin arasından emekleyerek geçip
2450 santigrat sıcaklığındaki fırına ulaşmaya çalışırken can verdiği görülmemiştir.
Türkiye'de görülmüştür, Karabük'te...
*********************
Bütün dünyada haşerat, özellikle sivrisinek vardır, buralarda da sinek ilacı kullanılır.
Ama, sivrisinek yutup da midesine kaçan sineği öldürmek üzere ağzına Shelltox sıkmak suretiyle zehirlenip ölen, Türkiye'dedir.
İstanbul, Sultanbeyli'de...
*********************
Dünyanın her yerinde insanlar berbere gidip tıraş olurlar
Ama hiçbir berber, rahatlatmak amacıyla müşterinin kafasını sağa sola kanırtırken adamın boynunu kırıp onu öldürmemiştir.
Türkiye'de öldürmüştür, Erzurum'da...
*********************
Dünyanın hiçbir yerinde bankamatikten para çekmek için düğmeye bastığınızda elektrik çarpmaz ve ölmezsiniz
Türkiye'de ölürsünüz, Bozcaada'da...
*********************
Dünyanın hiçbir yerinde, otoyolda giderken radyoda duyduğu göbek havası eşliğinde göbek atmak için arabayı 'sağ şeride çeken' ve az sonra da arkadan gelen arabanın çarpması
sonucu ölen bilinmez.
Türkiye'de bilinir, Adapazarı'nda...
*********************
Nüfus sayım günü sokağa çıkma yasağı nedeniyle bomboş otoyolda (Dünyanın hiçbir yerinde böyle bir şey yoktur ve olamaz) sayım görevlisi 'bariyerlere' çarpıp ölmez.
Burada ölür, Gebze'de...
*********************
Dünya'nin hiçbir yerinde aynı işyerinde biri gece, biri de gündüz
vardiyasında çalışmakta olan ve her ikisi de 'mobilet' kullanan bir baba-oğul, birisi işten çıkıp eve gider, öteki evden işe gelirken bir kavşakta karşılaşmazlar ve birbirlerine selam vermek için ellerini kaldırınca çarpışıp her ikisi de ölmezler.
Burada olur, Konya'da...
*********************
Dünyanın hiçbir yerinde marangoz atölyesinde çalışan işçiler paydosta üzerlerindeki talaşları temizlemek için birbirlerine 'kompresör' tutarlarken, biri ötekine şaka yapmak için kompresörü onun arkasına tutmaz, öteki de 'şaka öyle olmaz böyle olur' diye aynı kompresörü berikinin makatına sokmaz ve adam bağırsakları patlayarak ölmez.
Bizde olur, İstanbul, Ayazağa'da...
*********************
Dünyanın hiçbir yerinde gemi mühendisi kazanı kontrol etmek için kazana girdiğinde biri gelip kazanın kapağını kapatmaz ve sonra da gemi yola çıkmaz.
Bizde olur, Kocaeli, Dilovası'nda...
*********************
Dünyanın hiçbir yerinde bir adam ayakkabısının içine kaçan taştan kurtulmak için elektrik direğine yaslanıp ayakkabısını çıkarıp silkelediğinde, yoldan geçen bir başkası onu elektrik çarptığını sanmaz ve elektrikle bağlantısını kesmek amacıyla kafasına kürekle vurarak onu öldürmez.
Bizde öldürür, Rize'de..
Alıntı
Bush = Putin
Benito Mussolini Faşizmi + Adolf Hitler Nazizmi
insanlık tarihine yazılan iki sadist olarak biliniyor, unutulmayacak.
Milyonlarca insanın katilleri anımsanmalı ve barış için mücadeleden vazgeçilmemeli…
2.Paylaşım savaşından 62 yıl sonra bugün emperyalizmin iki elleri kanlı ismi:
Jr. George W. Bush + Vladimir Putin…
1990 Berlin duvarının yıkılışı ya da Sovyetler Birliği ve Sosyalist Ülkelerin Yeni Çar Gorbaçov tarafından teslimiyetinden sonra başlayan şimdiki, Siyonizm’in kuklası USA Başkanı sarhoş kovboy Jr. George W. Bush, eski Başkan babası George Bush'un, 1990-1991 Körfez savaşının ardından "yarım bıraktığı" Irak Devlet Başkanı Saddam Hüseyin rejimini devirme işini, 12 yıl sonra 20 Mart 2003 tarihinde ikinci Körfez savaşıyla tamamlamaya karar verdi.
1. Körfez savaşında Mayıs 1990’da Partinin başına getirilen daha sonra Rusya Federasyonu Başkanı olan sarhoş Boris Nikolayeviç Yeltsin, votka Gorbaçov’la kafayı bulurken Baba George Bush'un katlettiği yüz binlerce sivil insan karşısında ayakta durmakta zorlanıyordu.
Sarhoş Boris Yeltsin'in 31 Aralık 1999'da istifa etmesinin ardından Rusya Federasyonunun başına geçen eski KGB ajanı Vladimir Putin 1990’dan beri başta Leningrad olmak üzere devletin en önemli kademelerinde yer alırken USA’nın 2. Körfez savaşında sessiz kalmanın rövanşını bugün Gürcistan saldırısıyla misilleme mi gösteriyor?
Dün Irak’ta sen, bugün Gürcistan’da ben…
Meydan iki emperyalist ülkenin başkanlarına kalmış oluyor…
Dün:
Afganistan, Somali, Irak.
Daha da önceleri Nagazaki, Hiroşima, Vietnam, Kore, Yugoslavya…
Bugün:
Gürcistan…
Yarın:
İran mı?
Savaş yayılıyor, kapımıza dayanmış bekliyor!
Böl yönet de sıra kimde?
Çüş diyen yok bu iki deliye…
Paylaşılamayan zengin topraklar, Kafkasya…
Uğrunda öldürenler-ölenler kimin uğruna?
Ölenler insandır, öldürenler?
Bu suskunluk neden?
Gelecek asırlarda insanlar bizi nasıl anacaklar? Bizlere Barış bırakan atalarımız mı, yoksa meçhul asker anıtlarına bakarak, mutlu azgınların yolunda şehit olmuş “Niyazi” mi diyecekler?
Savaşın galipleri kim?
Savaş tanrısı mı?
Savaş tanrısı kim?
Zafer, Meçhul Asker anıtları nerede?
Yeşil yüzlü Özgürlük anıtı, New York’un göklerine elini uzatmış.
Barış nerede?
HERKES YERİNE
Nurettin Kurtuluş
insanlık tarihine yazılan iki sadist olarak biliniyor, unutulmayacak.
Milyonlarca insanın katilleri anımsanmalı ve barış için mücadeleden vazgeçilmemeli…
2.Paylaşım savaşından 62 yıl sonra bugün emperyalizmin iki elleri kanlı ismi:
Jr. George W. Bush + Vladimir Putin…
1990 Berlin duvarının yıkılışı ya da Sovyetler Birliği ve Sosyalist Ülkelerin Yeni Çar Gorbaçov tarafından teslimiyetinden sonra başlayan şimdiki, Siyonizm’in kuklası USA Başkanı sarhoş kovboy Jr. George W. Bush, eski Başkan babası George Bush'un, 1990-1991 Körfez savaşının ardından "yarım bıraktığı" Irak Devlet Başkanı Saddam Hüseyin rejimini devirme işini, 12 yıl sonra 20 Mart 2003 tarihinde ikinci Körfez savaşıyla tamamlamaya karar verdi.
1. Körfez savaşında Mayıs 1990’da Partinin başına getirilen daha sonra Rusya Federasyonu Başkanı olan sarhoş Boris Nikolayeviç Yeltsin, votka Gorbaçov’la kafayı bulurken Baba George Bush'un katlettiği yüz binlerce sivil insan karşısında ayakta durmakta zorlanıyordu.
Sarhoş Boris Yeltsin'in 31 Aralık 1999'da istifa etmesinin ardından Rusya Federasyonunun başına geçen eski KGB ajanı Vladimir Putin 1990’dan beri başta Leningrad olmak üzere devletin en önemli kademelerinde yer alırken USA’nın 2. Körfez savaşında sessiz kalmanın rövanşını bugün Gürcistan saldırısıyla misilleme mi gösteriyor?
Dün Irak’ta sen, bugün Gürcistan’da ben…
Meydan iki emperyalist ülkenin başkanlarına kalmış oluyor…
Dün:
Afganistan, Somali, Irak.
Daha da önceleri Nagazaki, Hiroşima, Vietnam, Kore, Yugoslavya…
Bugün:
Gürcistan…
Yarın:
İran mı?
Savaş yayılıyor, kapımıza dayanmış bekliyor!
Böl yönet de sıra kimde?
Çüş diyen yok bu iki deliye…
Paylaşılamayan zengin topraklar, Kafkasya…
Uğrunda öldürenler-ölenler kimin uğruna?
Ölenler insandır, öldürenler?
Bu suskunluk neden?
Gelecek asırlarda insanlar bizi nasıl anacaklar? Bizlere Barış bırakan atalarımız mı, yoksa meçhul asker anıtlarına bakarak, mutlu azgınların yolunda şehit olmuş “Niyazi” mi diyecekler?
Savaşın galipleri kim?
Savaş tanrısı mı?
Savaş tanrısı kim?
Zafer, Meçhul Asker anıtları nerede?
Yeşil yüzlü Özgürlük anıtı, New York’un göklerine elini uzatmış.
Barış nerede?
HERKES YERİNE
Nurettin Kurtuluş
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)