6 Temmuz 2014 Pazar
Boy ölçümüz nazım
Boy ölçümüz nazım
Herkesin aynaya kendisini görmeye alışmış olduğu biçimde baktığı günümüzde, Nâzım'a da Nâzım'da kendini görmeye alışmış olduğu biçimde bakılıyor. Oysa nasıl ki, bu bakışlarda ayna aynalığından bir şey yitirmiyorsa, Nâzım Hikmet de değerinden bir şey yitirmiyor. Nâzım, genç kuşak şairler için bir boy ölçüsü standardı olarak algılanmayı sürdürürken, onu taklit etmekle onu aşmak arasında sıkışan bir şiir, Nâzım şiirinin gerçek başarısından oldukça uzak bir anlama düşürüyor gölgesini. Nâzım'ı yaşamı ve sanatı diyalektiğinde anlama çabasından uzak hiçbir deneyimin, Nâzım Hikmet şiiriyle boy ölçüşme şansının olmadığı apaçık ortadayken hem de...
3 Haziran 1963... Nâzım Hikmet'in ölümü, Türkiye toplumuna iki şey duyuruyordu aslında; ilki sesi ve ünü dünyaya yayılmış bir şairin artık madden dünya üzerinde yaşamıyor olması. İkincisi ise sağlığında kendini yazınsal ve ideolojik karşıtlarına karşı çok iyi savunabilmiş bir yazarın dünya halklarına bıraktığı yazınsal ve ideolojik kalıtın en az kendisi kadar yürekli ve anlam türeten bir biçimsellik içinde savunulması gereliliği... Nâzım Usta, oğlunu Türkiye işçi sınıfına ve yıllardır sansürlü biçimiyle okuduğumuz "Türkiye K....... .......'ne" emanet ederken oğlu gibi gördüğü şiirlerinin de emanetçisinin adını vermiş oluyordu. Ne var ki, Türkiye toplumunun yaşadığı bunalımlı, sınıflar ve partiler arası dengelerinin değişkenliğinin belirlediği bunalımlı yıllarda Nâzım Hikmet, değişik yönlerden tartışma gündemlerine oturdu. Çoğunlukla da büyük şairin emanetinin bekçileri için anlam yaratmayan ve belli bir değer taşımayan tartışmalara toplumun değişik kesimleri taraf oldular. Tartışmalara taraf olan kesimlerin çoğunluğu, Nâzım Hikmet şiirine ya tümüyle uzaktı ya da o şiirin kıyısından köşesinden okumalar yapmış, onu genellikle Nâzım'ın tüm yapıtları dışında kalan kaynaklar aracılığıyla tanımıştı. Örneğin büyük bir kesin, sol dergilerin bastıkları dizelerden ya da sol görüşlü edebiyat adamlarının yazdıklarından, onların inceleme ve yorumlama çalışmalarından Nâzım şiiri konusunda, ortalama ve genel geçer bir görüş edinmenin ötesine geçemedi. Nâzım'ın dünya görüşünün karşı cephesinde yer alanlar ise, İsmail Habip Sevük, Nihad Sami Banarlı, Mehmet Kaplan ve aynı çizgideki ve hatta daha düşük nitelikli çalışmalar aracılılığıyla, ortalamanın üzerine çıkamayan bir görüş edindiler. Bir de, ne edebiyat ahlakına ne de genel ahlaka sığmayan Nâzım karalamaları var ki, onlardan söz etmek hatta dikkate almak bile çok yersiz. Yine de Nâzım'ın memleketinde, Nâzım şiiri üzerine çok ciddi ve önemli açılımlar sunan çalışmaların varlığı, bu şiiri anlamada ve bu şiir üzerinden girişilecek yeni çalışmalara fırsat tanımada bizleri umutlandırıyor.
***
Nâzım'ı eleştirme hakkının kimsede olmadığı ve olamayacağı gibi bir kanının egemenliğinde, onun yapıtlarını okuma hakkını elde edenler de, politik baskılara göğüs germeyi göze alanlar oldu çoğunlukla. Uğrunda hapisler yatılan, baskılarla, işkencelerle karşılaştırılan bir şair eleştirilebilir miydi ki? Yine de genç kuşakların, Nâzım Hikmet ile kitleler arasındaki güçlü ve derin ilişkiyi anlamlandırmak konusunda pek yetenekli oldukları söylenemez.
Nâzım Hikmet'e kitleleri derinden etkileme gücünü ve haklı ününü sağlayanın uygun olmayan koşullar olduğunu söylersek, sanırım genç kuşakların yaşadığı ama farkında olmadığı durumsallığın da altını çizmiş olabiliriz. Ne var ki, koşullar uygun ve olumlu olsaydı, Nâzım Hikmet etkileme gücünden ve ününden çok şeyler yitirirdi ya da hiç kazanamazdı anlamı çıkarılmamalı.
Nâzım Hikmet'i salt bilgi, duyarlık, yorum üreten bir şair olarak değil, bu üretimin kaynağını dünyayı değiştirme eylemine dayandıran şair olarak görebiliriz. Kaldı ki o, amaç ile araç arasındaki canlı bir bağ, doğal bir etkileşim dokusu yaratabilmiş bir şair olduğu için etkileme gücünü doruğa yükseltebilmişti. Onun 'mekaniklik' ile suçlanan, insanları mekanikleşmeye yönlendirdiği savlanan, fütürizmin etkisiyle kaleme aldığı şiirlerinde bile, hareketin yönünü belirleme şansını hep insana sunan bir duyarlık egemendir.
Nâzım Hikmet, toplum ruhunun radikal ama ince bir mimarı gibi davranmış bir şair kimliğiyle dünyadaki devrim dalgasının bayrağının ince ama radikal bir taşıyıcısı olan politik kimliğini aynı potada ustalıkla eritebilmiş bir birey olarak önem kazanır. İşte bu açıdan baktığımızda, Nâzım Hikmet'in (pek çoklarının yaptığı gibi) edebi ve ideolojik savaşımlarını ayrı ayrı şeylermiş gibi görmek ve göstermek yanlış. Nâzım'ın değeri, kanımca, politikaya kattığı şiir, şiire kattığı politika kadardır.
***
Nâzım Hikmet, şiirlerinde gerçekçiliğin sınırlarında sağlam bir romantik tipi çizer. O, yaşamın her anını dolu dolu, acısını da, zevkini de derinlemesine anlayarak yaşamış biri olarak görünür okuyucuya. Okuyucu, politik yaklaştığında, Nâzım'ın yaşam deneyimlerini de bir politika içinde ele almaya, onun davranışlarının örnek alınacaklarını bir politik tutuma dönüştürmeye, kuşku duyduklarını ve sol politikanın kalıpları içinde anlamlandıramadıklarını da bir zaafmışcasına görmeye (gördürmeye) alıştır. Karşıt düşünceler de, Nâzım'ı kullanma girişimlerinde, çoğunlukla bu zaafmışcasına ele alınanları kullanır. Yani "kartpostal şairi" Nâzım Hikmet ile "salon şairi" Nâzım Hikmet arasında geçtiği varsayılan tartışmaların, Nâzım şiirinin üzerinden yürütülecek, onu derinlikli anlamanın ve anlamlandırmanın bir yolu ve yöntemi olabilecek tartışmalarla uzaktan yakından bir ilişkisi yok, olamaz da.
Nâzım Hikmet, sanki gelecekte kimin şairi olduğu konusunda çıkabilecek tartışmaları da, önceden görmüş fark etmiş gibi
Ben;
ne köprü altında yatan,
ne de atlas yakalı sarhoş sofralarında
saz çalıp Arabistan fıstığı satan
-ların
şairiyim;
topraktan, ateşten ve demirden
hayatı yaratan
-ların
şairiyim
ben.
demiştir "Cevap no 2" adlı şiirinde...
***
Nazım'ı toplumcu gerçekliğin klasik açılımından söküp sıyıran da, verili durumla yetinmemiş, sınır tanımamış olması. Nâzım'ın muhalifliği, verili koşulların ona biçtiği bir gömlek değil, olsa olsa geleceğe olan umut ve inancının ona giydirdiği bir smokin gibi. Muhalifliğini kuru bir yaprak gibi bırakmadı Nâzım. Yeşeren, meyve veren ve memleketinin sıcaklığının tüm yüzlerini gülümseten bir incelik vardı şiirlerinde. İmge evrenin zenginliği, yatay ve dikey anlamlarda geniş bir kaynaktan beslenen arayışlarıyla Nâzım Hikmet'te insan en önemli öğe olarak göze çarptı hep. Tüm arayışlarına insan üzerinden başladı...
Dilsel zenginlik, her zaman, her şaire bir üstünlük yaratmaz. Dilsel zenginlikdüşünce evreninin zenginliğinden kaynaklanan, denenmiş ve denemeye değer oluşuyla bir bilinç önerisi sunuyorsa önemli ve anlamlıdır. Böyle bir durumda, sözcükler, yalnızca şiir oluşturan yapı taşları olarak görev görmez, aynı zamanda yaşamda karşılıklar yaratan da yaşamdaki karşılığının olmayışının özlemini duyumsatan bir işlevselliğin sözcüsü konumuna yükselirler. İşte Nâzım Hikmet, sözcüklerini bu konuma yükseltmiş bir şair olmasıyla da, kendisinden önce gelen şiirlerden ayrılmış, gelecekte yazılacak olan şiire bir yol açmıştır. Bu yol, "Sende, ben imkansızlığı seviyorum" (Yine Sana Dair, Yatar Bursa Kalesi'nden) dizesinin etkisi kadar sağlamdır. Bu kadar dizeden sonra, bir tez ile o tez çeperinde oluşmuş bir örtük tezden yola çıkarak, Nâzım şiirini ele almak daha akıllı bir işmiş gibi geliyor bana. Tez cümlemiz şu: "Nâzım Hikmet, insanlığın şairidir." Bu tez bir örtük tezi içinde taşıyor; "Nâzım, kozmopolit bir yapı içerisinde, herkesçe, her kesimce benimsenebilecek bir şiir yazmıştır." Bu tezin çevresinde odaklanan sözde muhalif ve sözde bile muhalif olamayan kimileri, Nâzım Hikmet şiiri üzerinden yaratılabilecek hoşgörü bulutlarının, onun gömütünü Türkiye'ye getirmekle başlayan ve onu "devlet şairi" rütbesine yükseltecek bir eylem programını da beraberinde sürükleyeceğini düşünüyorlar. Sorulması gereken şu, Nâzım'ın yaşadığı dönem ile günümüzü karşılaştırdığımızda, değişen nedir? Asıl önemlisi, Nâzım'ın muhalifliğinde etkisini öne sürdüğümüz geleceğe olan umut ve inançla, Türkiye toplumunun yaşadığı değişimin boyutları nelerdir? Bu sorulara verilecek yanıtlar, Nâzım şiirini kavramada da, Nâzım Hikmet konusunda girişilecek eylemsellik süreçlerini biçimlendirmede de etkili olacak.
İnsanın
kendine benzeyen insanlarla boğuşması zor şeydir
(Memleketimden İnsan Manzaraları'ndan) diyor Nâzım, ki gerçekten de günümüzde Nâzım'ı savunma cephesinde yer alanlar, gitgide kendilerine daha çok benzer görünen güçlerle savaşmak, boğuşmak zorunda kalıyorlar. Ve yine ne yazık ki, bu boğuşmadan şair adına olumlu bir pay çıkarmak olası görünmüyor. Nâzım'ın şiirlerinin daha geniş kitlelere ulaşması ya da ulaştırılmasından korku duyanların varlığı su götürmez bir gerçek. Bunu yapanlar, bu şiirlerin aminaye duruma gelebileceği endişesiyle değil (bir şiir okuyucularının etkisiyle gücünü yitirmez), politik açılımlarının görmeye alışkın olduğu Nâzım'ın propoganda dozunun azalacağı kanısıyla hareket ediyorlar. Oysa ki Nâzım'ın düşlediği geleceğe ve sosyalizme denk düşmeyen açılımların bile, onun dizelerini ne kadar hoyrat bir biçimsellik içinde propoganda malzemesi yaptıkları halde, yeri ve zamanı geldiğinde örneğin kadın konusunda, etnik sorun konusunda, onu top ateşine tuttukları gözlerden kaçıyor mu dersiniz? Tehlikeli olan, şairin dünya konjonktürü ve evrensellik, daha yaşanası bir dünya adına hazırladığı sivri oklarının ucunun kırılması, ondaki politik argümanın yok sayılıp geriye kalan ne varsa sahip çıkılıyormuş gibi lanse edilmesi. Yani, Nâzım üzerindeki yasalar kaldırılıyormuş gibi demokratik bir hava yaratılıp kitlelerin daha evcil Nâzım okumalarına sürüklenip yönlendirilmesi söz konusu olan.
Mehmet H.Doğan "Nâzım'ın şiirini yasaklı bir şiir olarak, bir suç işliyormuşcasına okumak gibi psikiyatrik bir alışkanlık"tan söz ediyor. Kısmen haklı. Türkiye'de yasaklı olduğu biçimde, ikincisi kendisinin yasaklı olduğu biçimde. Her iki biçimde de Nâzım şiirinin bütünlüğüne ulaşan bir okuma çizgisinde bir silikliğin ve bir kopukluğun yaşandığı gerçektir. Şair ve şiir okuyucusu sonraki kuşaklar açısından Nâzım Hikmet, hep ara katmanların Nâzım'a biçtiği değerin ölçüsünde ulaştı bilinç düzeyine. Ve ne yazık ki, bu yasaklık durumu, Nâzım Hikmet'in kavranmasında ilk elden değil, ikinci, üçüncü ellerden bir etki yarattı. Dolanımın hızıyla orantılı olmayan bir sanat yapıtı alımlayıcı ilişkisinin Nâzım Hikmet'in kavramlaştırılması ve kalıcılaştırılması anlamında bir yararı olduğunu söylemek olanaksız sanırım. Bir yarardan Nâzım şiirini gözeterek söz etmiyorum, kendimizi düşünerek söz ediyorum. Bir toplumu oluşturan sınıfların beğenilerine uygun estetik arayışlar açısından bakıp, bu estetik arayışların ortaya çıkardığı hızlı bir değişim çizgisini göz önüne aldıımızda ise, Nâzım şiirinin kalıcılığı konusunda bir tartışmaya kapı aralıyoruz. demektir. Örneğin Veysel Çolak "Şimdi Nâzım'ı alın 90'lı yıllara taşıyım. Nâzım'ı bugün incelediğimizde sanıyorum, şiirlerinin büyük kısmı elenecektir. Elenir; yapı olarak, dil olarak. Örneğin, bütün polemikleri elenir. Bunun dışında şiir adına ne varsa, dünya konjonktürü adına gözettiği ne varsa onlar kalır, onlar kalacaktır." biçiminde bir saptamada bulunuyor. Çolak, Nâzım şiirinin kalıcılığında rol oynayan çok değişik etmenler var ki, zaten bu etmenler bu yazının yazılmasına neden olan etmenler. Kendisine "sol","muhalif","devrimci" gibi sıfatlar ya da yaftalar takan şairler, hep Nâzım'ı bir boy ölçüsü standardı olarak gördüler, benimsediler. Hep yeni yönetimler, "Nâzım Hikmet aşılabilir mi?" sorusu terkisinde ölçülüp değerlendirilir oldu. Şimdi Nâzım şiirinin kalıcılığına dönelim; kalıcılığını da hep kendi kalıcılığımıza eşdeğer görerek sorguladık. Hırslarımızın varlığı kalıplarında, içimizdeki yanmayı söndürecek ateşler olarak dördük Nâzım Hikmet'in de yer aldığı devrimci değerleri. Oysa insanlığın taşıdığı eşitlik, özgürlük ve kardeşlik duygularının sonsuzluğuna adanmış değerler olduğunu fark ettiğimiz halde, niçin hala Nâzım Hikmet'i boy ölçümüz olarak kalıplaştırmaya ve kalıcılaştırmaya çaba harcarız? Asıl yanıtlanması gereken soru bu. Nâzım Hikmet ile ilişkimizi gözden geçirmeliyiz.
Altay Ömer ERDOĞAN - Milliyet Sanat -
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder