29 Kasım 2014 Cumartesi
"kişiliğiniz yoksa, öbürleri hiçtir!"
boş beyaz bir kağıda bir(1) rakamı yazın.
bu, kişiliktir. Hayatta sahip olabileceğiniz en değerli şey.
-Sonra 1'in yanına bir sıfır(0) koyun, bu başarıdır. Başarılı bir karakter (1)'i (10) yapar."
"kişiliğiniz yoksa, öbürleri hiçtir!"
işte kişiliğin açıklaması budur.
bu, kişiliktir. Hayatta sahip olabileceğiniz en değerli şey.
-Sonra 1'in yanına bir sıfır(0) koyun, bu başarıdır. Başarılı bir karakter (1)'i (10) yapar."
Sonra bir tane daha sıfır koyun, kaç oldu? 100! bu tecrübedir.On iken yüz olursunuz..
bir sıfır daha. etti 1000! yetenek. yetenek, sahip olduğunuz başarıyı ve tecrübeyi 100'ken 1000 yapar.
bir sıfır daha. etti 1000! yetenek. yetenek, sahip olduğunuz başarıyı ve tecrübeyi 100'ken 1000 yapar.
Eklenen her yeni (0) kişiliği 10 kat zenginleştirir...
disiplin için ayrı bir (0), sevgi için ayrı bir (0), gerisine de kendinizde sahip olduğunuza inandığınız diğer özelliklerinize göre ayrıca (0) ekleyin. Çıkan rakam ne kadar büyük bir insan olduğunuzu gösterir.
şimdiiiiiiiii, en baştaki 1(bir) rakamını silin.Geriye bir sürü sıfır kalır.
disiplin için ayrı bir (0), sevgi için ayrı bir (0), gerisine de kendinizde sahip olduğunuza inandığınız diğer özelliklerinize göre ayrıca (0) ekleyin. Çıkan rakam ne kadar büyük bir insan olduğunuzu gösterir.
şimdiiiiiiiii, en baştaki 1(bir) rakamını silin.Geriye bir sürü sıfır kalır.
"kişiliğiniz yoksa, öbürleri hiçtir!"
işte kişiliğin açıklaması budur.
28 Kasım 2014 Cuma
24 Kasım 2014 Pazartesi
Özgüven ve Sahip olma
Her ne kadar evrendeki tüm canlıların hayatla buluşması bir erkek ve bir dişinin birleşmesi şartına bağlanmış ise de, aslında hayata gözlerini açan her canlı, başlı başına bir varlıktır. Buradaki kilit nokta göbek bağından ayrılış anıdır. Yaradan kudret, hayatı bir sebebe bağlamıştır. Fakat aynı kudretin hiçbir bağ olmaksızın aynı işlevleri gerçekleştirmesi mümkün iken, önce bir kordonla bağlayıp sonra o kordondan ayırmasında elbette mutlak bir sır gizlidir.
Yaratılan tüm canlıların en donanımlısı olan insanoğlu; mevcudiyetinin bir sebebe bağlı oluşunu abartarak, bunu aidiyet olgusu haline dönüştürüp, süreceği hayatı hem kendisine hem de iletişim halinde olduğu o güzide sıfatlara zindan ederken, akıl nimetinden yoksun fakat verilen içgüdü nimetini en iyi şekilde kullanarak paylaşım ve aidiyet sınırını muhteşem bir çizgiyle çizen hayvanata imrenmemek elde değil doğrusu. Aslına bakarsak, gerek anne baba çocuk, gerekse tüm ikili ilişkilerde, bir türlü kurulamayan bir denklem söz konusudur. Bu denklem sahip çıkma ve sahip olma arasında ki yegâne sınırdır. Öncelikle anne-baba- çocuk ilişkisine bakacak olursak, aslında tüm ebeveynlerin ortak serzenişinin şu olduğunu görürüz.
“Bu çocuk söz dinlemiyor, bu çocuk kime çekti bilmem, bu çocuk hırçın, bu çocuk asi” vs vs, uzar
gider hezeyanlar zinciri. Dikkat ederseniz, hayata gözlerini açan her çocuk, dahası her canlı, verilen her şeye itiraz halindedir. Çünkü göbek bağı denilen kordondan ayrılmasıyla birlikte verilen mesajın farkındalığı ile hayata gözlerini açar tüm canlılar.
Çünkü mükemmel bir donanımla donatıp, hayat veren o muhteşem kudret, aidiyet duygusundan muaf kılarak halk eder eserini. Bu nedenledir ki, bir canlıya doğumundan hemen sonra, öğreteceğiniz her şeyi ısrarlı çabalarınız sonucu kabullendirebilirsiniz ancak. Size göre varlığına sebep olduğunuz canlı size aittir. Ve onun tüm hayatında hüküm sürebilme hakkına sahip olduğunuz yanlışıyla başlar hatalar zinciri. Oysa unuttuğunuz bir şey vardır. Size verilen misyon sadece sahip çıkmaktır, sahip olmak değil.
Örneğin;
Hiç düşündünüz mü, ergenlik çağı denilen olgunun açılımını?
Neden belli bir zamana kadar bir şekilde kabul ettirdiğiniz gerçeklere itirazlar belli bir zamanda ayyuka çıkar?
Neden birden bire sallanmaya başlar hükümranlık tahtınız?
Neden paniklemeye başlarsınız, fizyolojik ve ruhsal değişimler karşısında?
Çünkü fıtratın uyanışıdır ergenlik dönemi. Çünkü farkındalığın keşfidir.
Çünkü kimliğin oluşmasıdır. İşte tamda bu aşamada şanslı azınlığın dışında kalan ebeveynlerin büyük çoğunluğu genellikle her türlü baskıyı mübah kılarak sindirme politikasını devreye sokar.
Aslına bakarsanız başarılı da olurlar. Adı ister birliktelik olsun, ister evlilik, sürdürülemeyen tüm birlikteliklerin özünde yatan aidiyet sorunu bu başarının en güzel göstergesi değil midir?
Çünkü biz; öyle ya da böyle, bir şekilde empoze edilen sahip olma duygusuyla başlıyoruz tüm birlikteliklerimize. Söz konusu olan, her iki tarafında keyif alarak yaşayacağı paylaşımlar iken,mecbur kalmalar ya da mecbur bırakılmalarla birlikte bazen tek taraflı, bazen karşılıklı birbirini paylaşamama durumu hasıl oluyor.
Önceleri;
“Nerdeydin, kiminleydin, neden aramadın, aradım neden açmadın, arayan kimdi, o kim, bunu nereden tanıyorsun, beni neden götürmedin” diye başlayan sorgulamalar, adı ister birlikte aynı evi paylaşmak olsun, ister nikâh memuruna tescillettirilmiş yasal birliktelik olsun, yerini “ben geldiğimde evde olacaksın, bu saatte nereye, mesaj kimdendi, ne diyordu, ne düşünüyorsun, tabiri caizse nefes aldın mı, verdin mi “paranoyaklığına bırakır. Aslında gemi su almaya başlamıştır.
Fakat bir taraf her ne kadar uyanıp uyarmaya çalışsa da, minareyi çalanın kılıfı her daim hazırdır.
“Çünkü seni o kadar çok seviyorum ki.” diye uzar kavram kargaşaları. Oysa sevgi karşılıklı güven ister, özveri ister, anlayış ister, olgunluk ister, bağlılık ister, sonsuz bir saygı ister.Eğer bu kavramlar var ise zaten sorgulamanıza gerek kalmadan paylaşılacaktır soru işareti oluşturabilecek olgular. Çünkü eğer partnerinize, ”Sana her halükarda inanıyorum ve güveniyorum” yahut da
“Doğrularına katılmayabilirim, fakat seni anlayabilirim, anlayamadığım noktada da saygı ve seviyeyi örselemeden ilişkinin akıbetine karar verebilirim” izlenimini yalnızca sözlerle değil, zaman içinde sergilediğiniz davranışlarınızla da doğru şekilde ifade etmişseniz, partnerinizin yalan söyleme lüksü yoktur.(Eğer ki buna rağmen yalan söylediğinden emin iseniz, yol verin gitsin zaten.)
Çünkü;
Sahip olma duygusu aşama aşama boyut kazanan bir duygudur. İnsanın fıtratındaki tamahkar zemin bu olguyu mütemadiyen destekler. Ta ki
Bir tarafın “yoruldum artık, boğma beni, ne sen beni üz, ne ben seni”
cümlelerini diğer tarafın irkilerek, aslında kendinin de inanmadığı
“ama ben…”diye başlayan açıklamalarını “peki, artık karışmayacağım, yormayacağım,boğmayacağım” telkinleri takip eder. Fakat nafile
büyü bozulmuştur bir kere tabiri caizse.
Zaman
“Geçti borun pazarı, sür eşeği Niğde’ye” zamanıdır.
Geçmiş ola…
Örneğin;
Hiç düşündünüz mü, ergenlik çağı denilen olgunun açılımını?
Neden belli bir zamana kadar bir şekilde kabul ettirdiğiniz gerçeklere itirazlar belli bir zamanda ayyuka çıkar?
Neden birden bire sallanmaya başlar hükümranlık tahtınız?
Neden paniklemeye başlarsınız, fizyolojik ve ruhsal değişimler karşısında?
Çünkü fıtratın uyanışıdır ergenlik dönemi. Çünkü farkındalığın keşfidir.
Çünkü kimliğin oluşmasıdır. İşte tamda bu aşamada şanslı azınlığın dışında kalan ebeveynlerin büyük çoğunluğu genellikle her türlü baskıyı mübah kılarak sindirme politikasını devreye sokar.
Aslına bakarsanız başarılı da olurlar. Adı ister birliktelik olsun, ister evlilik, sürdürülemeyen tüm birlikteliklerin özünde yatan aidiyet sorunu bu başarının en güzel göstergesi değil midir?
Çünkü biz; öyle ya da böyle, bir şekilde empoze edilen sahip olma duygusuyla başlıyoruz tüm birlikteliklerimize. Söz konusu olan, her iki tarafında keyif alarak yaşayacağı paylaşımlar iken,mecbur kalmalar ya da mecbur bırakılmalarla birlikte bazen tek taraflı, bazen karşılıklı birbirini paylaşamama durumu hasıl oluyor.
Önceleri;
“Nerdeydin, kiminleydin, neden aramadın, aradım neden açmadın, arayan kimdi, o kim, bunu nereden tanıyorsun, beni neden götürmedin” diye başlayan sorgulamalar, adı ister birlikte aynı evi paylaşmak olsun, ister nikâh memuruna tescillettirilmiş yasal birliktelik olsun, yerini “ben geldiğimde evde olacaksın, bu saatte nereye, mesaj kimdendi, ne diyordu, ne düşünüyorsun, tabiri caizse nefes aldın mı, verdin mi “paranoyaklığına bırakır. Aslında gemi su almaya başlamıştır.
Fakat bir taraf her ne kadar uyanıp uyarmaya çalışsa da, minareyi çalanın kılıfı her daim hazırdır.
“Çünkü seni o kadar çok seviyorum ki.” diye uzar kavram kargaşaları. Oysa sevgi karşılıklı güven ister, özveri ister, anlayış ister, olgunluk ister, bağlılık ister, sonsuz bir saygı ister.Eğer bu kavramlar var ise zaten sorgulamanıza gerek kalmadan paylaşılacaktır soru işareti oluşturabilecek olgular. Çünkü eğer partnerinize, ”Sana her halükarda inanıyorum ve güveniyorum” yahut da
“Doğrularına katılmayabilirim, fakat seni anlayabilirim, anlayamadığım noktada da saygı ve seviyeyi örselemeden ilişkinin akıbetine karar verebilirim” izlenimini yalnızca sözlerle değil, zaman içinde sergilediğiniz davranışlarınızla da doğru şekilde ifade etmişseniz, partnerinizin yalan söyleme lüksü yoktur.(Eğer ki buna rağmen yalan söylediğinden emin iseniz, yol verin gitsin zaten.)
Çünkü;
Sahip olma duygusu aşama aşama boyut kazanan bir duygudur. İnsanın fıtratındaki tamahkar zemin bu olguyu mütemadiyen destekler. Ta ki
Bir tarafın “yoruldum artık, boğma beni, ne sen beni üz, ne ben seni”
cümlelerini diğer tarafın irkilerek, aslında kendinin de inanmadığı
“ama ben…”diye başlayan açıklamalarını “peki, artık karışmayacağım, yormayacağım,boğmayacağım” telkinleri takip eder. Fakat nafile
büyü bozulmuştur bir kere tabiri caizse.
Zaman
“Geçti borun pazarı, sür eşeği Niğde’ye” zamanıdır.
Geçmiş ola…
Rukiye KÜÇÜK
hoşçakal içinde çakallıkları barındıran bir cümledir ikili ilişkilerde.
Örneğin; sevgilinizle küçük bir tartışma yaşadınız hemen ardından bir mesaj alırsınız ‘’artık sen bana tahammül edemiyorsun, Hoşçakal’’, ‘’ sen beni eskisi kadar sevmiyorsun, hoşçakal’’, ‘’seni daha fazla üzmek istemiyorum, Hoşçakal’’, ‘’senden nefret ediyorum, hoşçakal’’, ’’ben gidiyorum ama mutlu olmanı istiyorum, hoşçakal’’ vs. vs.
Yahut da telefon da konuşuyorsunuzdur biri diğerinin söylediğine alınır. Önce derin bir suskunluk ardından ‘’konuşmak istemiyorum, hoşçakal’’, ‘’seni kırmak istemiyorum, hoşçakal’’. Hele ki sesiniz biraz yükselmeye dursun ‘’seni dinlemiyorum, hoşçakal’’. Eğer kapaklı bir telefon kullanıyorsa partneriniz yandınız. Önce bir şlapp sesi (eskiden bu sesin adı çatt dı) ardından dıt dıt sinyaliyle beyninizde eko yapan bir ses haline gelir hoşça kal.
Ya da suratınıza pat diye kapanan bir kapının hemen öncesinde en son duyacağınız cümledir hoşça kal.
Yahu benim hoş kalmamı istiyorsan bir kere neden olur olmaz triplere giriyorsun? Neden telefonu ya da kapıyı suratıma çarpıyorsun? Yahu neden terk ediyorsun? Eğer bütün bunları yapıyorsan neden hoşça kal diyorsun?
Sana ne benim nasıl kalacağımdan. İster hoş kalırım ister boş. İster zil takıp oynarım istersem yas tutarım. Sen gitsene yoluna sana ne arkadaşım?
Kaldı ki hangi hoşça kal diye veda edenin gidebildiğini yazmıştır koca tarih?
Yahu kim gidebilmiş söylesenize hoşça kal dedikten sonra ardına bakmadan?
En derin ve duygusal adamlar olarak anılan şairler bile hoşça kal dedikleri hangi sevgiliyi gömebilmiştir? ‘’seni içimden terk ediyorum’’, diyen Kahraman Tazeoğlu gidebilseydi eğer o sayfalarca şiir yazılabilir miydi? Şairin yüreklisi de hoşça kal diyemez ki zaten.
En fazla ‘’içimde ölürsün’’ der mesela. ‘’Kuru bir yaprak gibi eline düştü, istersen rüzgâra salıver gitsin’’, der Necip Fazıl gibi. Ya da ‘’ vur bitsin’’, der İbrahim Sadri gibi, öyle terk eder.
Hiç kimse kandırmasın kendini, hoşça kal içinde çakallıkları barındıran bir cümledir ikili ilişkilerde.
Hoşça kal= blöftür
Hoşça kal= tehdittir
Hoşça kal= korkaklıktır
Hoşça kal= kurnazlıktır
Hoşça kal= şeytanlıktır
Hoşça kal= basitliktir
Aslında hiçbir yere gidemeyeceğinin yegâne göstergesidir.
Kaldı ki gitmeye karar vermiş ise muhatabınız sizin nasıl kalacağınız aslında çokta umurunda değildir zaten (sadece vicdanına dokunan yanlar hariç. Varsa tabii vicdanı)
Haydi, umurundasınız diye iyimser bir tablo çizelim.
Her halükarda gerçekten giden asla hoşça kal demez. Umurunda değilseniz buna gerek görmez. Umurunda iseniz yüreği kaldırmaz yine diyemez.
Hâsılıkelâm
Her yanınızda duranı sizinle zannetmeyin. Kulak verin yüreğine. Eğer yüreğinizle aynı ritim de atmıyorsa yüreği, ağır ağır yol almaya başlamıştır partneriniz. Milim milim eksilir de farkında olmazsınız. Bir gün bakmışsınız ki yerinde yeller esiyor.
Unutmayın sessiz sedasız gider gerçekten giden.
Çakallardır hoş/çakal vedaları eden
Rukiye Küçük
ERKEĞİN BİR KADINA BAĞLANAMAMASINDA Kİ PROBLEM NE?
Diyelim ki bir erkek aşkın çevre yolunda arabasında ilerliyor ve ilişkide olduğu kadın da...
Sağ tarafta bir çıkış noktası...Ama oraya sapmak istemiyor adam.Kaptırıp gitmek istiyor yolda..
Ama kadın;
Hey! Benzin,yemek, bakım....Bu bizim çıkışımız..Mutluluk için her şey burada, şimdi hemen sapmalısın buraya! diyor..
Adam bir alttaki tabelaya bakıp düşünüyor..Bir sonraki çıkış 25 mil sonra..Başarabilirim!
Bazen başarıyor, bazen başaramıyor..Bazen araba yolun kenarında bozulup motordan dumanlar çıkararak pes ediyor...
Ve adam yol kenarına çöküp şöyle geçiriyor içinden: Sanırım mil hesabında bir yanlışlık yaptım...
(jerry seinfeld-Seinlanguage’den paragraf)
14 Kasım 2014 Cuma
"TÜRK KADINI"
Ey "TÜRK KADINI":
Daha ne duruyorsun, senin dinin, senin türbanın, senin eteğin, senin dekolten, senin kızın, senin annen, senin arkadaşın, senin komşun, senin can yoldaşın, senin bedenin,senin özgürlüğün üzerinden, yıllardır siyaset yapıp, malı götüren, sana tecavüz eden, seni hem
cinsinle aldatıp, o da kadın diyerek kadını kadına kırdıran, o açık o kapalı diyerek, seni bölen, o evlenilecek o eğlenilecek kadın diyerek, seni aşağılayan, her tür kötü davranışının sorumluluğunu sana yükleyen, sermaye ve güç sahibi olanlara daha ne kadar sessiz kalacaksın?
cinsinle aldatıp, o da kadın diyerek kadını kadına kırdıran, o açık o kapalı diyerek, seni bölen, o evlenilecek o eğlenilecek kadın diyerek, seni aşağılayan, her tür kötü davranışının sorumluluğunu sana yükleyen, sermaye ve güç sahibi olanlara daha ne kadar sessiz kalacaksın?
Bilgelik
"Ne bilgeler bilgeliği ararlar, ne de bilgisizler bilgeliğin ardına
düşerler." Sokrates
Bilgelik nedir? Bilgililik midir? Bilgi büyük bir güçtür ancak, bilgelik bu gücün kullanılması, hayata uygulanması ve başkalarına aktarılmasıdır. Diğer bir söylem ile bilgelik, tümüyle nesnel olan "bilgi" ile öznel sayılabilen "erdem"in birleşiminden oluşan olgunluk ve insanın öz varlığını bilmesinden doğan bir içsel
aydınlıktır.
Herkes doğuştan zeki, cesaretli, girişimci, sosyal ve uyumlu olabilir ama kimse doğuştan bilge olamaz. Bilgelik arayışı, bir kimsenin, kendi güçlerini kullanmasının arayışı da olduğundan, çok soylu bir çabadır.
Eğer bir kimse, güçlü ve zayıf noktalarının bilincine varmışsa, öz güveninin arttığını hissediyorsa, engelleri aşarken ahlak kurallarını çiğnemiyorsa, bilgelik yolunda önemli mesafeler almış demektir. Bu durumda da işi bitmiş değildir. Bilgelik yolculuğu bir süreçtir, bir noktaya varmakla bitmez. .
Birtakım bilgileri hafızaya yerleştirmek, kişiyi bilgelik yoluna götürmez. Hatta öyle bilgiler vardır ki, kişiyi bilge yapmak bir yana,bu bilgiler onun için sadece bir yüktür. Bu yüzden bilge insan,kendine faydası dokunmayacak bilgi ile ona gerekli olan bilgi arasındaki farkı bilebilendir. Ama bir bilgin öyle değil... Çoğu
bilgin taşımakta olduğu gereksiz bilgiler yüzünden bilgeliğe yönelemez.
Olgunluk ve yaşlanma arasında çok önemli ve büyük bir fark vardır ve insanların kafası, bu konuda hep karışık kalmıştır. İnsanlar,yaşlanmanın olgunlaşmak olduğunu zannederler, ancak yaşlanma bedene ait bir olgudur. Herkes yaşlanıyor, herkes ihtiyarlayacak ama olgunluk her zamanda yaşla paralel ilerlemiyor. Olgunluk, içsel bir gelişimdir.
Bilgelik, ruh ve sezgiyle de ilgili bir durumdur ve aklı kullanarak olgunlaştıkça gelişir. Netice itibariyle, önemli olan yaşlanmadan bilge olabilmektir.
Söz Yetmese Bile....
Seni seviyorum,her sabah kalktığımda bir günü daha seninle geçirecek olmanın mutluluğunu yaşatıyorsun bana . Ben güne seninle başlıyorum ve her gün hayatı seninle yeniden keşfediyorum.
Seni seviyorum, Çünkü gökkuşağının her tonunu gölgede bırakan bir parlak renksin. her şey Senin rengini taşıyor. Ve benim için ancak o zaman anlamlı oluyor.
Seni seviyorum çünkü soğuk günlerimde içimi ısıtan ılık rüzgarsın. Sıcak günlerimde ise ferahlık veren kuzey rüzgarı gibi iliklerime işleyerek esiyorsun
Seni seviyorum, çünkü her şeyde sen varsın. Nasıl olmayasın ki .... sanki sen doğduğumdan beri içimde idin yüreğimin en derin köşesinde idin sanki ortaya çıkmak için beni bekliyordun ve ben orada olduğunu fark edince hak ettiğin yere çıkartım seni .
Seni seviyorum çünkü hep benimlesin seni görmem için yüzüne bakmam gerekmiyor. Gözümü kapatsam oradasın. Gördüğüm her yüz aslında senin.
Seni seviyorum çünkü gözlerinin içinde binlerce yıldız, gecenin karanlığını delip geçiyor. Sen bana bakarken ben kendimi yıldızlara bakıyor gibi hissediyorum. O yıldızların parlaklığında kaybediyorum kendimi
Gözlerim kamaşıyor ama şikayetçi değilim aydınlığından Güneş doğmasa, yıldızlar kaybolmasa diyorum, ama biliyorum ki güneşimde sen olacaksın. Gecenin sonunda. Bu kez daha parlak daha aydınlık çıkacaksın karşıma
Seni seviyorum çünkü saçların elimin arasında kayıp giderken dünyadaki cenneti bulmuş gibi hissediyorum kendimi. Cennetin sahibi sensin biliyorum ki sadece izin verdiklerin girebilir o cennete ben o cennette kalmaya kararlıyım.
Seni seviyorum çünkü, her gülümseyişin içime yeniden yaşama sevinci dolduruyor. Her gülümseyişinin karamsarlığı yıkıyor. Umutsuzluğu parçalıyor, bir çiçek bahçesine çeviriyor çorak dünyamı.
Bir çiçek dedim ya, bir çiçek adı verseydim sana papatya olurdun; açılışıyla dünyaya, insanlara baharın geldiğini müjdeleyen papatya ... iddiasız ama güzel, Güzel ama kibirsiz....
Seni sevdiğimi anlatmaya çalışırken ne kadar çaresiz olduğumu görüyorum her sözcükten sonra durup tekrar tekrar düşünüyorum, seni sana yeterince anlatabildim mi diye... Biliyorum ki yetmeyecek , bu kadar sözcükten sonra bile sana olan sevgimi anlatamamış olacağım.
Sözcüklerin bittiği yerde gözlerime bak. Onlar sana olan bu sevgimi daha iyi anlatacaklardır.
Seni seviyorum, çünkü her şeyde sen varsın. Nasıl olmayasın ki .... sanki sen doğduğumdan beri içimde idin yüreğimin en derin köşesinde idin sanki ortaya çıkmak için beni bekliyordun ve ben orada olduğunu fark edince hak ettiğin yere çıkartım seni .
Seni seviyorum çünkü hep benimlesin seni görmem için yüzüne bakmam gerekmiyor. Gözümü kapatsam oradasın. Gördüğüm her yüz aslında senin.
Seni seviyorum çünkü gözlerinin içinde binlerce yıldız, gecenin karanlığını delip geçiyor. Sen bana bakarken ben kendimi yıldızlara bakıyor gibi hissediyorum. O yıldızların parlaklığında kaybediyorum kendimi
Gözlerim kamaşıyor ama şikayetçi değilim aydınlığından Güneş doğmasa, yıldızlar kaybolmasa diyorum, ama biliyorum ki güneşimde sen olacaksın. Gecenin sonunda. Bu kez daha parlak daha aydınlık çıkacaksın karşıma
Seni seviyorum çünkü saçların elimin arasında kayıp giderken dünyadaki cenneti bulmuş gibi hissediyorum kendimi. Cennetin sahibi sensin biliyorum ki sadece izin verdiklerin girebilir o cennete ben o cennette kalmaya kararlıyım.
Seni seviyorum çünkü, her gülümseyişin içime yeniden yaşama sevinci dolduruyor. Her gülümseyişinin karamsarlığı yıkıyor. Umutsuzluğu parçalıyor, bir çiçek bahçesine çeviriyor çorak dünyamı.
Bir çiçek dedim ya, bir çiçek adı verseydim sana papatya olurdun; açılışıyla dünyaya, insanlara baharın geldiğini müjdeleyen papatya ... iddiasız ama güzel, Güzel ama kibirsiz....
Seni sevdiğimi anlatmaya çalışırken ne kadar çaresiz olduğumu görüyorum her sözcükten sonra durup tekrar tekrar düşünüyorum, seni sana yeterince anlatabildim mi diye... Biliyorum ki yetmeyecek , bu kadar sözcükten sonra bile sana olan sevgimi anlatamamış olacağım.
Sözcüklerin bittiği yerde gözlerime bak. Onlar sana olan bu sevgimi daha iyi anlatacaklardır.
Oğullarınızı iyi yetiştirin.
Karşı cinse saygı duymayı öğretin.
Gece yarısı evine dönen kadının “aranmadığını” öğretin.
Bir kadının omzuna arkadaş olarak da sarılabileceğini öğretin.
Dokunmaktan korkmamasını öğretin.
Sevmenin değer verme olduğunu öğretin.
Sahip çıkmayla sahibi olmanın farklı olduğunu öğretin.
Bulunmaz hint kumaşı olmadıklarını; olsalar bile burun silinen mendillerinde kumaştan yapıldığını; hiç kimseyi küçük görmemeyi öğretin.
Ama bunları önce kendi içinizdeki çocuğa öğretin.
Seninle yaşlanmak istiyorum...
Ben seninle çay içmek istiyorum.
Seni duymak, seni görmek, seni bilmek, seni yanımda hissetmek istiyorum. Sana şiir okumak istiyorum,… yazmaktan bıktım, usandım.
Ben artık yazıları sana söylemek istiyorum.
Küçük bir evde, büyük hayaller kurmak istiyorum.
Sobanın yanında, seninle birlikte,
üşüyen ellerimi çayın sıcaklığına bırakmak istiyorum.
Ben aslında sevmek değil, seninle yaşlanmak istiyorum...
Özdemir Asaf
Seni duymak, seni görmek, seni bilmek, seni yanımda hissetmek istiyorum. Sana şiir okumak istiyorum,… yazmaktan bıktım, usandım.
Ben artık yazıları sana söylemek istiyorum.
Küçük bir evde, büyük hayaller kurmak istiyorum.
Sobanın yanında, seninle birlikte,
üşüyen ellerimi çayın sıcaklığına bırakmak istiyorum.
Ben aslında sevmek değil, seninle yaşlanmak istiyorum...
Özdemir Asaf
Kör değildim, sadece güvenmiştim!
Artık hatırlanmaya değecek kadar bile kalmadın. Seni unutmak hakkım! Unutkan biri değilimdir ama sen bende hatırlanacak hiçbir şey bırakmadın. Benim unutulmuşum olmak bile güzeldir, bil. Aşk mı? Aramızda kaldı; içimizde değil… Yanlış aşkta doğru aranmaz. Ama yine de oku istiyorum. Cümlelerimde gizlenmiş duygudan ne anladığını benim nasıl yazdığım değil, senin nasıl okuduğun belirler.
“Kör müydü gözlerin, nasıl göremedin” diye sordular senden sonra. Kör değildim. Ve hayatımda en çok iki kere parlamıştı gözlerim. Birincisi seni ilk gördüğüm, ikincisi giderken ardından baktığım gün. İlkinde aşkın ışığından, ikincisinde gözyaşlarımdan… O iki anın arasındaysa hep kapalıydı gözlerim. Aşkına inandığımdan.
Kör değildim, sadece güvenmiştim!
Not: Bugün seni düşünmeden yaşayabilmeyi başardığım ilk gün. Hadi topla seni benden. Kalbim seni uğurluyor. Al bu yara sende kalsın. Artık beni acıtmıyor.
6 Kasım 2014 Perşembe
Hayattan Ne Öğrendim
Sonsuz bir karanlığın içinden doğdum. Işığı gördüm, korktum. Ağladım.
Zamanla ışıkta yaşamayı öğrendim.
Karanlığı gördüm, korktum.
Gün geldi sonsuz karanlığa uğurladım sevdiklerimi…
Ağladım.
Yaşamayı öğrendim.
Doğumun, hayatın bitmeye başladığı an olduğunu;
Aradaki bölümün, ölümden çalınan zamanlar olduğunu öğrendim.
Zamanı öğrendim.
Yarıştım onunla...
Zamanla yarışılmayacağını, zamanla barışılacağını, zamanla öğrendim...
İnsanı öğrendim.
Sonra insanların içinde iyiler ve kötüler olduğunu...
Sonra da her insanin içinde iyilik ve kötülük bulunduğunu öğrendim.
Sevmeyi öğrendim.
Sonra güvenmeyi...
Sonra da güvenin sevgiden daha kalıcı olduğunu,
Sevginin güvenin sağlam zemini üzerine kurulduğunu öğrendim.
İnsan tenini öğrendim.
Sonra tenin altında bir ruh bulunduğunu…
Sonra da ruhun aslında tenin üstünde olduğunu öğrendim.
Evreni öğrendim.
Sonra evreni aydınlatmanın yollarını öğrendim.
Sonunda evreni aydınlatabilmek için önce çevreni aydınlatabilmek gerektiğini öğrendim.
Ekmeği öğrendim.
Sonra barış için ekmeğin bolca üretilmesi gerektiğini.. .
Sonra da ekmeği hakça üleşmenin,
Bolca üretmek kadar önemli olduğunu öğrendim.
Okumayı öğrendim.
Kendime yazıyı öğrettim sonra...
Ve bir sure sonra yazı, kendimi öğretti bana...
Gitmeyi öğrendim.
Sonra dayanamayıp dönmeyi...
Daha da sonra kendime rağmen gitmeyi...
Dünyaya tek başına meydan okumayı öğrendim genç yasta...
Sonra kalabalıklarla birlikte yürümek gerektiği fikrine vardım.
Sonra da asil yürüyüşün kalabalıklara karsı olması gerektiğine aydım.
Düşünmeyi öğrendim.
Sonra kalıplar içinde düşünmeyi öğrendim.
Sonra sağlıklı düşünmenin kalıpları yıkarak düşünmek olduğunu öğrendim.
Namusun önemini öğrendim evde...
Sonra yoksundan namus beklemenin namussuzluk olduğunu;
Gerçek namusun, günah elinin altındayken, günaha el sürmemek olduğunu öğrendim.
Gerçeği öğrendim bir gün...
Ve gerçeğin acı olduğunu...
Sonra dozunda acının,
Yemeğe olduğu kadar hayata da lezzet kattığını öğrendim.
Her canlının ölümü tadacağını,
ama sadece bazılarının hayati tadacağını öğrendim.
Dostlarım,
Ben dostlarımı ne kalbimle ne de aklımla severim.
Olur ya...
Kalp durur...
Akil unutur...
Ben dostlarımı ruhumla severim.
O ne durur, ne de unutur...
(Hz. Mevlana)
Üflesen geçer mi ?
Yorulmuştum artık... Dayadım başımı annemin göğsüne..
Anne Dedim ; Çocuk olsam keşke...
Yüzüme baktı niye der gibi..!
Ben küçükken düşerdim ya hani ;
Sen yaralarıma üfleyince geçerdi acısı.
Buruk bir sesle evet yavrum ' dedi...
Şimdi de içim acıyor ANNE... Üflesen geçer mi ?
Anne Dedim ; Çocuk olsam keşke...
Yüzüme baktı niye der gibi..!
Ben küçükken düşerdim ya hani ;
Sen yaralarıma üfleyince geçerdi acısı.
Buruk bir sesle evet yavrum ' dedi...
Şimdi de içim acıyor ANNE... Üflesen geçer mi ?
ama öğrendim!...
Verdiğim değeri hak etmeyen insanları silmeyi, arkama dönüp bakmamayı, hiç kimse için kendime saygımı yitirecek bir şey yapmamayı. Gözyaşlarımın değerini bilmeyi ve onları üç kuruşluk insanlar için harcamamayı, ben izin vermeden kimsenin beni üzemeyeceğini, kendimin her şeyden önemli olduğunu. Zor oldu, geç oldu, ama öğrendim!...
Cumhuriyet!!!
ATA'YI TASVİR
Onun için diyorlar ki;
Gözlerindeki mavi ,
Ummanlarla yarışır
Bakışlarındaki ışık
Güneşi utandırır .
O gözler ki,
Ölüme dik bakardı .
Düşmanları çiviler ,dostlarını okşardı .
O gözlerde,o ruhta ,
Kartalla güvercin birlikte yaşardı .
O gözler ki gecelerde sabahtı .
Onun için diyorlar ki ,
Bu kudretli adamın gücü,
Kaba kuvvette değil ,
Zekada ve haktaydı .
Aydınlık güzel günlere
Ölesiye inanmaktaydı .
O, ayağını topraktan ,
Gözünü gelecekten ayırmayan
Hayatını ülkesine adayan
Eşsiz bir dahi, muzaffer komutandı .
Onun için diyorlar ki,
Yılkı atları gibi ölesiye özgürdü
ve
Yüce dağlar gibi baktıkça baş döndürürdü.
O' nun kinleri hep barışla biterdi .
Çünkü O, dünyanın
Harp ve sulh kahramanı ,
Mazlum ulusların ,
Bağımsızlık şiarıydı .
Çok iyi bir demokrat ,
İnançlı bir cumhuriyetçi ,
Yılmaz bir devrimciydi .
Onun için diyorlar ki ,
O,bir mucizeydi ,
Mucizeler yarattı .
Parçalanmış teslim olmuş bir devin küllerinden
Yeni bir devlet ,
Umudunu yitirmiş bir tebadan
Özgür ve bağımsız millet yarattı .
Yaratmak O' nun genlerinde vardı .
Gözlerindeki mavi ,
Ummanlarla yarışır
Bakışlarındaki ışık
Güneşi utandırır .
O gözler ki,
Ölüme dik bakardı .
Düşmanları çiviler ,dostlarını okşardı .
O gözlerde,o ruhta ,
Kartalla güvercin birlikte yaşardı .
O gözler ki gecelerde sabahtı .
Onun için diyorlar ki ,
Bu kudretli adamın gücü,
Kaba kuvvette değil ,
Zekada ve haktaydı .
Aydınlık güzel günlere
Ölesiye inanmaktaydı .
O, ayağını topraktan ,
Gözünü gelecekten ayırmayan
Hayatını ülkesine adayan
Eşsiz bir dahi, muzaffer komutandı .
Onun için diyorlar ki,
Yılkı atları gibi ölesiye özgürdü
ve
Yüce dağlar gibi baktıkça baş döndürürdü.
O' nun kinleri hep barışla biterdi .
Çünkü O, dünyanın
Harp ve sulh kahramanı ,
Mazlum ulusların ,
Bağımsızlık şiarıydı .
Çok iyi bir demokrat ,
İnançlı bir cumhuriyetçi ,
Yılmaz bir devrimciydi .
Onun için diyorlar ki ,
O,bir mucizeydi ,
Mucizeler yarattı .
Parçalanmış teslim olmuş bir devin küllerinden
Yeni bir devlet ,
Umudunu yitirmiş bir tebadan
Özgür ve bağımsız millet yarattı .
Yaratmak O' nun genlerinde vardı .
küçük kadını geri istiyorum.
En son ne zaman hayal kurdum? Nerede, kimde, ne zaman bıraktım hayal kurmayı, nasıl unuttum? Nasıl korkar oldum hissetmekten? En son ne hissettim gerçekten? Kalbim en son ne zaman attı isteyerek? Son nefesimi ne zaman aldım içten? En son kime güvendim de güvenmeyi bıraktım ben? Kim ağlattı beni uyurken? Aynadaki ben miyim? Gözlerimin altındaki siyah halkalar bana mı ait? Ne zaman böyle çirkin oldum? Kendime dikkat etmeyeli kaç mevsim, kaç ayrılık oldu kim bilir. Ne zaman yaşlandım? Bu çizgiler nasıl oluştu bir kaç saat içinde? Yüzyıllardır uyuyor muyum yoksa? Belki ayakta uyutuldum. Kim yaptı bunları çıksın bir adım öne! Katilim kim bilmek istiyorum. Kendimi geri istiyorum. Sevmedim bu yeni aptal kadını. İçi ölmüş, çürümeye başlamış bu kadın ‘ben’den çok uzak. Geri getirin beni bana. Kendiyle kavga eden, içinde savaşlar çıkan, içinde çocuklar ölen ama içi boş olmayan küçük kadını geri istiyorum.
iYiYiM BEN.....!!
Biraz Üzüldüm Sadece , Ağlarsam Hepsi Geçecek....
KALBiM Kırıldı , Buruk Bir Sevinç Öldü İçimde Ama Ben İyiyim....
Dokunamadığım , Göremediğim , Nasıl Dindireceğimi Bilmediğim Bir Acı Taşıyorum Bu Sıralar YÜREĞiMDE.....
Biraz Yalnızlık , Biraz Hüzün , Biraz Terk edilmiş Bir Ağırlık Var Üzerimde.....
Kahretsin ki İyiyim Ben , Hâlâ Nefes Alıyorum.....!!
GİTME OLUR MU ...!
Beni nefessiz bırakma olur mu?. .
Hayat sürprizlerle
dolu kısa bir öykü. .
Ve sen bu öykünün en güzel bölümüsün. .
Sevmeye doyamadığım,
yaşamaya kıyamadığım. .
Kısacık zaman dilimlerine
sığdıramadığım mutluluğumsun. .
Kaybolmuştum kimsesizliğim de. .
Uzattığın eli aşkın eli bilip sımsıkı sarıldım. .
Kalbimde hep kal !
Verdiğin bu sıcaklığı bir gün alıp GİTME OLUR MU ...!
Hayat sürprizlerle
dolu kısa bir öykü. .
Ve sen bu öykünün en güzel bölümüsün. .
Sevmeye doyamadığım,
yaşamaya kıyamadığım. .
Kısacık zaman dilimlerine
sığdıramadığım mutluluğumsun. .
Kaybolmuştum kimsesizliğim de. .
Uzattığın eli aşkın eli bilip sımsıkı sarıldım. .
Kalbimde hep kal !
Verdiğin bu sıcaklığı bir gün alıp GİTME OLUR MU ...!
cevap...
Adaleti benim bacak aramda çözeceğinize inanıyorsanız..
1: kadınları sevmeden asla dokunmayın
2: kadınlar kuluçka makinesi değildir
3: kendi kendinizi becerin
4: namus timsali hareketlerinizle mide bulandırmayın
5: İnternet ortamındaki her kadına kaşar muamelesi yapmayın
6: görünüşü veya diğer özelliklerinden dolayı kadına Keban yakıştırması yapmayın
7: sizi doğuran canlının da bir kadın olduğunu unutmayın
8: kadınların sevinçleri ve üzüntüleri ile ilgilenin göğüs ölçüsü ile değil
9: sırf bir kadına yavşamak için saçma sapan hareketlerde bulunmayın.
10: insanları cinsel tercihleri için yargılamayın.
11: "yol" sadece bir kavramdır kadına etiket yapmayın( yollu). Bunlar size uymuyorsa kadınlardan uzak bir hayat seçin. Ve son olarak sevgili hükümet her başın sıkıştığı zaman çıktığın yerle uğraşmak yerine bu dünyaya insan gibi yaşamak için gelen kadınlarına sahip çıkman gerektiğini unutmamalısın. yoksa bizim sana da adalete de verecek tek cevabımız budur.
Bazen hayretle bakıyorum hayata...
Yaslanıp yürüdüğüm doğrularımla, yanlış omuzlara baş koymuşum meğer... Ben verdikçe isteyen ve hep “fedakarlık gerek” diye sineye çektiğim insanlarla kesişti yollarım... Hani yüreğimde taşıdıklarım ağır gelmedi de bana,
yorulduğumda umutlarımı tazeleyecek bir yüreği karşımda bulamadığımda tükendim... Evet bazen bakıyorum kendime, ruhumdaki bu kanayan yaraları dindiremiyorum ve aynaya bakınca, yüzümdeki “DEĞDİ Mİ.. ? “ diyen o acı tebessümü bir türlü içime sindiremiyorum...!!"
İnsanlar vardır;
Dostlar ırmak gibidir
Kiminin suyu az, kiminin çok
Kiminde elleriniz ıslanır yalnızca
Kiminde ruhunuz yıkanır boydan boya
İnsanlar vardır; üstü nilüferlerle kaplı,
Bulanık bir göl gibi...
Ne kadar uğraşsanız görünmez dibi.
Uzaktan görünüşü çekici, aldatıcı
İçine daldığınızda ne kadar yanıltıcı....
Ne zaman ne geleceğini bilemezsiniz;
Sokulmaktan korkarsınız, güvenemezsiniz!
İnsanlar vardır; derin bir okyanus...
İlk anda ürkütür, korkutur sizi.
Derinliklerinde saklıdır gizi,
Daldıkça anlarsınız, daldıkça tanırsınız;
Yanında kendinizi içi boş sanırsınız.
İnsanlar vardır, coşkun bir akarsu...
Yaklaşmaya gelmez, alır sürükler.
Tutunacak yer göstermez beyaz köpükler!
Ne zaman nerede bırakacağı belli olmaz;
Bu tip insanla bir omur dolmaz.
İnsanlar vardır; sakin akan bir dere...
İnsanı rahatlatır, huzur verir gönüllere.
Yanında olmak baslı basına bir mutluluk.
Sesinde, görüntüsünde tatlı bir durgunluk.
İnsanlar vardır; çeşit çeşit, tip tip.
Her biri baska bir karaktere sahip.
Görmeli, incelemeli, doğruyu bulmalı.
Her şeyden önemlisi insan, insan olmalı...
İnsanlar vardır; berrak, pırıl pırıl bir deniz.
Bosa gitmez ne kadar güvenseniz.
Dibini görürsünüz her şey meydanda.
Korkmadan dalarsınız, sizi sarar bir anda.
İçi dışı birdir çekinme ondan.
Her sözü içtendir, her davranısı candan...
Kiminin suyu az, kiminin çok
Kiminde elleriniz ıslanır yalnızca
Kiminde ruhunuz yıkanır boydan boya
İnsanlar vardır; üstü nilüferlerle kaplı,
Bulanık bir göl gibi...
Ne kadar uğraşsanız görünmez dibi.
Uzaktan görünüşü çekici, aldatıcı
İçine daldığınızda ne kadar yanıltıcı....
Ne zaman ne geleceğini bilemezsiniz;
Sokulmaktan korkarsınız, güvenemezsiniz!
İnsanlar vardır; derin bir okyanus...
İlk anda ürkütür, korkutur sizi.
Derinliklerinde saklıdır gizi,
Daldıkça anlarsınız, daldıkça tanırsınız;
Yanında kendinizi içi boş sanırsınız.
İnsanlar vardır, coşkun bir akarsu...
Yaklaşmaya gelmez, alır sürükler.
Tutunacak yer göstermez beyaz köpükler!
Ne zaman nerede bırakacağı belli olmaz;
Bu tip insanla bir omur dolmaz.
İnsanlar vardır; sakin akan bir dere...
İnsanı rahatlatır, huzur verir gönüllere.
Yanında olmak baslı basına bir mutluluk.
Sesinde, görüntüsünde tatlı bir durgunluk.
İnsanlar vardır; çeşit çeşit, tip tip.
Her biri baska bir karaktere sahip.
Görmeli, incelemeli, doğruyu bulmalı.
Her şeyden önemlisi insan, insan olmalı...
İnsanlar vardır; berrak, pırıl pırıl bir deniz.
Bosa gitmez ne kadar güvenseniz.
Dibini görürsünüz her şey meydanda.
Korkmadan dalarsınız, sizi sarar bir anda.
İçi dışı birdir çekinme ondan.
Her sözü içtendir, her davranısı candan...
“Kerâmet
Bir adam çok sevdiği kadına şiirler yazıyordu. Sonra o kadın ansızın onu terk etti. ... Adam kadının ardından şiirler yazmaya devam etti. Daha çok yazdı. Ve günün birinde çok ünlü bir Şair oldu. Yıllar sonra kadının yaşadığı kente gitti ve büyük bir şiir dinletisi sundu. Dinleti bittiğinde uğruna şiirler yazılan kadın kolunda kocası ile çıkışa geldi ve adama “merhaba” dedi. Adam ona sıradan bir insana bakar gibi baktı. Kadın, “beni tanımadın mı” dedi. Adam, “hayır tanımadım” dedi. Nasıl tanımazsın! Uğruna şiirler yazdığın Kadınım ben; Seni şair yapan kadın... Adam kadının gözlerine baktı ve şöyle dedi. “Kerâmet sende olsaydı, o koluna taktığın adam da şair olurdu...
'BİR ŞEY ANCAK DEĞERİNİ BİLENİN YANINDA KIYMETLİDİR!'
" Vaktiyle ergin bir meslek erbabı,
yıllarca yanında yetiştirdiği çırağını imtihan etmek ister.
Onun eline iri bir pırlanta verip:
'Oğlum' der, 'Bunu al, önüne gelen esnafa göster, kaç para verdiklerini sor, en sonra da kuyumcuya göster. Hiç kimseye satmadan sadece fiyatlarını ve ne dediklerini öğren, gel bana bildir.'
Çırak, elinde PIRLANTA bir bakkal dükkanına girer ve 'Şunu alır mısınız?' diye sorar.
Bakkal parlak bir boncuğa benzettiği mücevheri alır; elinde evirir çevirir, sonra: 'Buna bir tek lira veririm. Bizim çocuk oynasın' der.
Çırak teşekkür edip çıkar.
Bir manifaturacıya gider.
O da parlak bir taşa benzettiği mücevhere ancak bir beş lira vermeye razı olur.
Üçüncü olarak semerciye gider: 'Buna ne verirsiniz?' diye sorar.
Semerci şöyle bir bakar, 'Bu...' der 'benim semerlere iyi süs olur. Bundan kaş dediğimiz süslerden yaparım. Buna bir on lira veririm.'
Çırak en son olarak kuyumcuya gider.
Kuyumcu mücevheri görünce yerinden fırlar.
'Bu kadar büyük pırlantayı nereden buldun?' diye hayretle bağırır ve hemen ilâve eder.
'Buna kaç lira istiyorsun?'
Çırak sorar: 'Siz ne veriyorsunuz?'
'Ne istiyorsan veririm.'
Çırak, 'Hayır veremem.' diye taşı almak için uzanınca kuyumcu yalvarmaya başlar:
'Ne olur bunu bana sat. Dükkânımı, evimi, hatta arsalarımı vereyim.'
Çırak ”emanet olduğunu, satmaya yetkili olmadığını, ancak fiyat öğrenmesini istediklerini' anlatıncaya kadar bir hayli dil döker.
Meslek erbabının yanına dönen çırak büyük bir şaşkınlık içinde macerasını anlatır.
'Bundan ne anladın?' diye sorar.
Çırağının verdiği cevap çok doğrudur:
'BİR ŞEY ANCAK DEĞERİNİ BİLENİN YANINDA KIYMETLİDİR!'
yıllarca yanında yetiştirdiği çırağını imtihan etmek ister.
Onun eline iri bir pırlanta verip:
'Oğlum' der, 'Bunu al, önüne gelen esnafa göster, kaç para verdiklerini sor, en sonra da kuyumcuya göster. Hiç kimseye satmadan sadece fiyatlarını ve ne dediklerini öğren, gel bana bildir.'
Çırak, elinde PIRLANTA bir bakkal dükkanına girer ve 'Şunu alır mısınız?' diye sorar.
Bakkal parlak bir boncuğa benzettiği mücevheri alır; elinde evirir çevirir, sonra: 'Buna bir tek lira veririm. Bizim çocuk oynasın' der.
Çırak teşekkür edip çıkar.
Bir manifaturacıya gider.
O da parlak bir taşa benzettiği mücevhere ancak bir beş lira vermeye razı olur.
Üçüncü olarak semerciye gider: 'Buna ne verirsiniz?' diye sorar.
Semerci şöyle bir bakar, 'Bu...' der 'benim semerlere iyi süs olur. Bundan kaş dediğimiz süslerden yaparım. Buna bir on lira veririm.'
Çırak en son olarak kuyumcuya gider.
Kuyumcu mücevheri görünce yerinden fırlar.
'Bu kadar büyük pırlantayı nereden buldun?' diye hayretle bağırır ve hemen ilâve eder.
'Buna kaç lira istiyorsun?'
Çırak sorar: 'Siz ne veriyorsunuz?'
'Ne istiyorsan veririm.'
Çırak, 'Hayır veremem.' diye taşı almak için uzanınca kuyumcu yalvarmaya başlar:
'Ne olur bunu bana sat. Dükkânımı, evimi, hatta arsalarımı vereyim.'
Çırak ”emanet olduğunu, satmaya yetkili olmadığını, ancak fiyat öğrenmesini istediklerini' anlatıncaya kadar bir hayli dil döker.
Meslek erbabının yanına dönen çırak büyük bir şaşkınlık içinde macerasını anlatır.
'Bundan ne anladın?' diye sorar.
Çırağının verdiği cevap çok doğrudur:
'BİR ŞEY ANCAK DEĞERİNİ BİLENİN YANINDA KIYMETLİDİR!'
Sevginin önünde eğil kızım..
Bütün insanları dostun bil, kardeşin bil kızım
Sevincin ürünüdür insan, nefretin değil
Zulmün önünde dimdik tut onurunu
Sevginin önünde eğil kızım..
ATAOL BEHRAMOĞLU
Sevincin ürünüdür insan, nefretin değil
Zulmün önünde dimdik tut onurunu
Sevginin önünde eğil kızım..
ATAOL BEHRAMOĞLU
marifet...
Sınıfa girdiğinde çocukları ayağa kaldırmak değildir marifet...
Verdiğin eğitimle bir milleti ayağa kaldırmaktır öğretmenlik...
Verdiğin eğitimle bir milleti ayağa kaldırmaktır öğretmenlik...
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)