30 Kasım 2013 Cumartesi
29 Kasım 2013 Cuma
Gidene Kal demeyeceksin...
Gidene kal demeyeceksin. ..
Gidene kal demek zavallılara,
Kalana git demek terbiyesizlere,
Dönmeyene dön demek acizlere,
Hak edene git demek asillere yakışır
Kimseye hak etmediğinden fazla değer verme, yoksa değersiz olan hep sen olursun...
Düşün...
Kim üzebilir seni senden başka?
Kim doldurabilir içindeki boşluğu sen istemezsen?
Kim mutlu edebilir seni, sen hazır değilsen?
Kim yıkar, yıpratır sen izin vermezsen?
Kim sever seni, sen kendini sevmezsen?
Her şey sende başlar, sende biter...
Yeter ki yürekli ol, tükenme, tüketme, tükettirme içindeki yaşama sevgisini...
Ya çare sizsiniz yada çaresizsiniz. ..
Öyle bir hayat yaşadım ki cenneti de gördüm cehennemi de.
Öyle bir aşk yaşadım ki tutkuyu da gördüm pes etmeyi de.
Bazıları seyrederken hayatı en önden, kendimi bir sahnede buldum.
Oynadım.
Öyle bir rol vermişlerdi ki okudum okudum anlamadım.
Kendi kendime konuştum bazen evimde, hem kızdım hem güldüm halime.
Sonra dedim ki söz ver kendine
Denizleri seviyorsan dalgaları da seveceksin,
Sevilmek istiyorsan önce sevmeyi bileceksin,
Uçmayı biliyorsan düşmeyi de bileceksin,
Korkarak yaşıyorsan yalnızca hayatı seyredeceksin.
Öyle hayat yaşadım ki son yolculukları erken tanıdım.
Öyle değerliymiş ki zaman hep acele etmem bundan anladım.
NIETSZCHE
Gidene kal demek zavallılara,
Kalana git demek terbiyesizlere,
Dönmeyene dön demek acizlere,
Hak edene git demek asillere yakışır
Kimseye hak etmediğinden fazla değer verme, yoksa değersiz olan hep sen olursun...
Düşün...
Kim üzebilir seni senden başka?
Kim doldurabilir içindeki boşluğu sen istemezsen?
Kim mutlu edebilir seni, sen hazır değilsen?
Kim yıkar, yıpratır sen izin vermezsen?
Kim sever seni, sen kendini sevmezsen?
Her şey sende başlar, sende biter...
Yeter ki yürekli ol, tükenme, tüketme, tükettirme içindeki yaşama sevgisini...
Ya çare sizsiniz yada çaresizsiniz. ..
Öyle bir hayat yaşadım ki cenneti de gördüm cehennemi de.
Öyle bir aşk yaşadım ki tutkuyu da gördüm pes etmeyi de.
Bazıları seyrederken hayatı en önden, kendimi bir sahnede buldum.
Oynadım.
Öyle bir rol vermişlerdi ki okudum okudum anlamadım.
Kendi kendime konuştum bazen evimde, hem kızdım hem güldüm halime.
Sonra dedim ki söz ver kendine
Denizleri seviyorsan dalgaları da seveceksin,
Sevilmek istiyorsan önce sevmeyi bileceksin,
Uçmayı biliyorsan düşmeyi de bileceksin,
Korkarak yaşıyorsan yalnızca hayatı seyredeceksin.
Öyle hayat yaşadım ki son yolculukları erken tanıdım.
Öyle değerliymiş ki zaman hep acele etmem bundan anladım.
NIETSZCHE
Eskiden...
Duşakabinlerimiz yoktu eskiden;
Analarımız o mübarek elleriyle yıkardı bizi
Gözümüze sabun kaçıp da ağlamamız
Günümüzdeki acılar kadar incitmezdi bizi
İyi paklanalım diye sıcak su dökülürdü başımıza
Yürek yangını gibi yakmazdı bizi
Eskiden çok şeyimiz yoktu,
Eksiğimiz çoktu,
Çocuktuk,
Ama üzemezdi hiç bir şey bizi...
Bunca varlık içinde bugün,
Hüzün ağır bir yük sırtımızda.
Nedendir acaba bir düşün,
Bu kısırlık nedir ruhumuzda...
Analarımız o mübarek elleriyle yıkardı bizi
Gözümüze sabun kaçıp da ağlamamız
Günümüzdeki acılar kadar incitmezdi bizi
İyi paklanalım diye sıcak su dökülürdü başımıza
Yürek yangını gibi yakmazdı bizi
Eskiden çok şeyimiz yoktu,
Eksiğimiz çoktu,
Çocuktuk,
Ama üzemezdi hiç bir şey bizi...
Bunca varlık içinde bugün,
Hüzün ağır bir yük sırtımızda.
Nedendir acaba bir düşün,
Bu kısırlık nedir ruhumuzda...
NE GÜZELDİR......
…dört gözle beklediğiniz bir haberin gelmesi
…sabaha dek uyutmayan diş ağrısının dinmesi
…yağmurdan sonra, açan güneş
…bir gün bir yerde, çocukluğunuzda annenizin sizin için yaptığı kurabiyelere
rastlamak
…en sevdiğiniz yemeğin ilk lokmasını ağzınıza aldığınız an
…buz gibi sokaktan sıcacık eve girmek
…yorgunluktan bitmişken yatağa uzanmak
…tuttuğunuz takımın ezeli rakibini yenmesi
…kızgın kumlarda yattıktan sonra denize girmek
…sabahları kızarmış ekmek kokusuyla uyanmak
…bir doktordan kuşkuları dağılmış olarak sevinçle ayrılmak
…yaz sıcağında, buz gibi bir dilim karpuz yemek
…bir bahçenin önünden geçerken duyduğumuz hanımeli kokusu
…sabah uyanıp o günün tatil olduğunu anımsamak
…anne ve babanızın hala çaldığınız kapının arkasında ya da hattın öbür ucunda olması
…fırından yeni çıkmış ekmeğin köşesi
…bir köşede birbirine sarılmış uyuyan kedi yavruları
…evinizden, etli biber dolması kokusunun yayılması
…soğuktan titrerken elinize tutuşturulan bir bardak sıcacık çay
…fırından yeni çıkmış ekmeğin köşesi
…bir köşede birbirine sarılmış uyuyan kedi yavruları
…evinizden, etli biber dolması kokusunun yayılması
…soğuktan titrerken elinize tutuşturulan bir bardak sıcacık çay
…parasız bir gününüzde çoktandır giymediğiniz ceketinizin cebinden para çıkması
…sıcak bir günde uzun bir yürüyüşten sonra karşınıza çıkan bir çınar ağacı altında dinlenmek
…sabahtan bu yana ayaklarınızı vuran ayakkabılarınızı çıkarttığınız an
…sudan bir sebeple küstüğünüz bir arkadaşınızla barışmanız
…yıkanmış, ütülenmiş, mis gibi kokan yatak takımlarının üstünde uyumak
…bir sandalın kenarına oturarak bacaklarınızı denize sallandırmak
…en önemlisi, soluk almak, konuşmak, duymak, yürümek, görmek, anlamak.. sağlıklı olmak
…ve ne güzeldir arkadaşlarınızdan, sevdiklerinizden alacağınız sıcak bir merhaba....
…sıcak bir günde uzun bir yürüyüşten sonra karşınıza çıkan bir çınar ağacı altında dinlenmek
…sabahtan bu yana ayaklarınızı vuran ayakkabılarınızı çıkarttığınız an
…sudan bir sebeple küstüğünüz bir arkadaşınızla barışmanız
…yıkanmış, ütülenmiş, mis gibi kokan yatak takımlarının üstünde uyumak
…bir sandalın kenarına oturarak bacaklarınızı denize sallandırmak
…en önemlisi, soluk almak, konuşmak, duymak, yürümek, görmek, anlamak.. sağlıklı olmak
…ve ne güzeldir arkadaşlarınızdan, sevdiklerinizden alacağınız sıcak bir merhaba....
28 Kasım 2013 Perşembe
BİR KADIN GİTTİĞİNDE.......
Onlar bir gün çekip gittiklerinde, peşlerinde "yetim-öksüz" kalan çok olur.
Mutfaktaki dolap, perdeler, kavanozun içindeki eski düğmeler, özenle saklanmış küçülmüş giysiler, dolap diplerindeki kurdeleler...
Sabah karanlığında mutfaktan gelen tıkırtılar susar, yetim kalmıştır tabaklar.
Bir kadın gittiğinde hep suyu unutulur saksıların.
Sık sık boynunu büker "sarıkız".
O teki kalmış eski bardağın anlamını bilen olmaz
Değerini kimse anlayamaz krom hac tası'nın.
Balkon artık sessizdir.
Koridor kimsesiz.
Bir kadın gittiğinde...
Bir kadın gittiğinde ne çok kişi gider aslında;
Bir ağır işçi, bir temizlikçi, bir bakıcı, bir bahçıvan,bir muhasebeci...
Bir anne gider...
Bir dost...
Bir arkadaş...
Bir sevgili...
Ne çok kişi yok olur bir kadın gittiğinde...
Hep böyle olur; bir kadın gittiğinde; övgüler,uyarılar, yakınmalar, dualar yetim kalır.
Kapı eşiğindeki "Dikkat et..." duyulmaz,
Annesi gitmiştir "geç kalma" nın.
Kadınlar, arkalarında büyük boşluklarbırakarak giderler.
Bir kadın gittiğinde pek çok kişi gitmiştir aslında
Ve bir kadın gittiğinde pek çok "yetim" bırakmıştır arkasında.
HAYATINIZDAKİ KADINI YİTİRMEMENİZ DİLEĞİYLE...
BEKİR COŞKUN
Mutfaktaki dolap, perdeler, kavanozun içindeki eski düğmeler, özenle saklanmış küçülmüş giysiler, dolap diplerindeki kurdeleler...
Sabah karanlığında mutfaktan gelen tıkırtılar susar, yetim kalmıştır tabaklar.
Bir kadın gittiğinde hep suyu unutulur saksıların.
Sık sık boynunu büker "sarıkız".
O teki kalmış eski bardağın anlamını bilen olmaz
Değerini kimse anlayamaz krom hac tası'nın.
Balkon artık sessizdir.
Koridor kimsesiz.
Bir kadın gittiğinde...
Bir kadın gittiğinde ne çok kişi gider aslında;
Bir ağır işçi, bir temizlikçi, bir bakıcı, bir bahçıvan,bir muhasebeci...
Bir anne gider...
Bir dost...
Bir arkadaş...
Bir sevgili...
Ne çok kişi yok olur bir kadın gittiğinde...
Hep böyle olur; bir kadın gittiğinde; övgüler,uyarılar, yakınmalar, dualar yetim kalır.
Kapı eşiğindeki "Dikkat et..." duyulmaz,
Annesi gitmiştir "geç kalma" nın.
Kadınlar, arkalarında büyük boşluklarbırakarak giderler.
Bir kadın gittiğinde pek çok kişi gitmiştir aslında
Ve bir kadın gittiğinde pek çok "yetim" bırakmıştır arkasında.
HAYATINIZDAKİ KADINI YİTİRMEMENİZ DİLEĞİYLE...
BEKİR COŞKUN
Sonsuz bir karanlığın içinden doğdum.
Işığı gördüm, korktum.
Ağladım.
Zamanla ışıkta yaşamayı öğrendim.
Karanlığı gördüm, korktum.
Gün geldi sonsuz karanlığa uğurladım sevdiklerimi. ..
Ağladım.
Yaşamayı öğrendim.
Doğumun, hayatın bitmeye başladığı an olduğunu;
aradaki bölümün, ölümden çalınan zamanlar olduğunu
öğrendim.
Zamanı öğrendim.
Yarıştım onunla...
Zamanla yarışılmayacağını,
zamanla barışılacağını, zamanla öğrendim...
İnsanı öğrendim.
Sonra insanların içinde iyiler ve kötüler olduğunu...
Sonra da her insanın içinde
iyilik ve kötülük bulunduğunu öğrendim.
Sevmeyi öğrendim.
Sonra güvenmeyi...
Sonra da güvenin sevgiden daha kalıcı olduğunu,
sevginin güvenin sağlam zemin üzerine kurulduğunu
öğrendim.
İnsan tenini öğrendim.
Sonra tenin altnda bir ruh bulunduğunu. ..
Sonra da ruhun aslında tenin üstünde olduğunu öğrendim.
Evreni öğrendim.
Sonra evreni aydınlatmanın yollarını öğrendim.
Sonunda evreni aydınlatabilmek için önce çevreni aydınlatabilmek gerektiğini öğrendim.
Ekmeği öğrendim.
Sonra barış için ekmeğin bolca üretilmesi gerektiğini.
Sonra da ekmeği hakça üleşmenin, bolca üretmek kadar
önemli olduğunu öğrendim.
Okumayı öğrendim.
Kendime yazıyı öğrettim sonra...
Ve bir süre sonra yazı, kendimi öğretti bana...
Gitmeyi öğrendim.
Sonra dayanamayıp dönmeyi...
Daha da sonra kendime rağmen gitmeyi...
Dünyaya tek başına meydan okumayı öğrendim genç yaşta...
Sonra kalabalıklarla birlikte yürümek gerektiği fikrine vardım.
Sonra da asil yürüyüşün kalabalıklara karşı olması gerektiğine aydım.
Düşünmeyi öğrendim.
Sonra kalıplar içinde düşünmeyi öğrendim.
Sonra sağlıklı düşünmenin kalıpları yıkarak düşünmek
olduğunu öğrendim.
Namusun önemini öğrendim evde...
Sonra yoksundan namus beklemenin namussuzluk olduğunu;
gerçek namusun, günah elinin altındayken, günaha el
sürmemek olduğunu öğrendim.
Gerçeği öğrendim bir gün...
Ve gerçeğin acı oldugunu...
Sonra dozunda acının, yemeğe olduğu kadar hayata da
lezzet kattığını öğrendim.
Her canlının ölümü tadacağını, ama sadece bazılarının
hayatı tadacağını öğrendim.
Ben dostlarımı ne kalbimle nede aklımla severim.
Olur ya ...
Kalp durur ...
Akıl unutur ...
Ağladım.
Zamanla ışıkta yaşamayı öğrendim.
Karanlığı gördüm, korktum.
Gün geldi sonsuz karanlığa uğurladım sevdiklerimi. ..
Ağladım.
Yaşamayı öğrendim.
Doğumun, hayatın bitmeye başladığı an olduğunu;
aradaki bölümün, ölümden çalınan zamanlar olduğunu
öğrendim.
Zamanı öğrendim.
Yarıştım onunla...
Zamanla yarışılmayacağını,
zamanla barışılacağını, zamanla öğrendim...
İnsanı öğrendim.
Sonra insanların içinde iyiler ve kötüler olduğunu...
Sonra da her insanın içinde
iyilik ve kötülük bulunduğunu öğrendim.
Sevmeyi öğrendim.
Sonra güvenmeyi...
Sonra da güvenin sevgiden daha kalıcı olduğunu,
sevginin güvenin sağlam zemin üzerine kurulduğunu
öğrendim.
İnsan tenini öğrendim.
Sonra tenin altnda bir ruh bulunduğunu. ..
Sonra da ruhun aslında tenin üstünde olduğunu öğrendim.
Evreni öğrendim.
Sonra evreni aydınlatmanın yollarını öğrendim.
Sonunda evreni aydınlatabilmek için önce çevreni aydınlatabilmek gerektiğini öğrendim.
Ekmeği öğrendim.
Sonra barış için ekmeğin bolca üretilmesi gerektiğini.
Sonra da ekmeği hakça üleşmenin, bolca üretmek kadar
önemli olduğunu öğrendim.
Okumayı öğrendim.
Kendime yazıyı öğrettim sonra...
Ve bir süre sonra yazı, kendimi öğretti bana...
Gitmeyi öğrendim.
Sonra dayanamayıp dönmeyi...
Daha da sonra kendime rağmen gitmeyi...
Dünyaya tek başına meydan okumayı öğrendim genç yaşta...
Sonra kalabalıklarla birlikte yürümek gerektiği fikrine vardım.
Sonra da asil yürüyüşün kalabalıklara karşı olması gerektiğine aydım.
Düşünmeyi öğrendim.
Sonra kalıplar içinde düşünmeyi öğrendim.
Sonra sağlıklı düşünmenin kalıpları yıkarak düşünmek
olduğunu öğrendim.
Namusun önemini öğrendim evde...
Sonra yoksundan namus beklemenin namussuzluk olduğunu;
gerçek namusun, günah elinin altındayken, günaha el
sürmemek olduğunu öğrendim.
Gerçeği öğrendim bir gün...
Ve gerçeğin acı oldugunu...
Sonra dozunda acının, yemeğe olduğu kadar hayata da
lezzet kattığını öğrendim.
Her canlının ölümü tadacağını, ama sadece bazılarının
hayatı tadacağını öğrendim.
Ben dostlarımı ne kalbimle nede aklımla severim.
Olur ya ...
Kalp durur ...
Akıl unutur ...
Ben dostlarımı ruhumla severim.
O ne durur, ne de unutur ...
MEVLANA
O ne durur, ne de unutur ...
MEVLANA
15 Kasım 2013 Cuma
14 Kasım 2013 Perşembe
SENİ SEVİYORUM !
Sadece kim oldugun degil, sen oldugun icin ve seninle beraberken kim oldugumu, benligimi anladigim icin.
SENİ SEVİYORUM ! Sadece kendine yaptiklarin icin degil, bana kattigin güzellikler icin.
SENİ SEVİYORUM ! İcimdeki cocugu, sakli kalmis ben'i yeryüzüne cikardigin ve sana ihtiyacim oldugu her an tüm duyarliliginla yani basimda oldugun icin.
SENİ SEVİYORUM ! Elini kalbimin üzerinde hissettigim zaman, üzüntülerimi alip, onlarin yerine simdiye kadar hic kimsenin basaramadigi o sicakligi, o ictenlik isigini bana duyurmayi basardigin icin.
SENİ SEVİYORUM ! Hayatimi kutsal bir sevgi tapinagina cevirdigin ve her günümü yasam senligine, unutulmayan siirlere dönüstürdügün icin.
SENİ SEVİYORUM ! cünkü, sen, simdiye kadar hic basaramadigim seyleri, kendimle dost ve barisik olmayi ve hic bir zaman tadamadigim kadar mutlu olmami sagliyorsun. ve bütün bunlari yalnizca sözlerinle, dokunusunla yada isaretle degil, kendin olmakla yapiyorsun
Güçlü Kalplere Ödül Yalnızlıktır!
Yalnız bir gecenin ortasında durmuş düşünüyorum. Acaba gurur mu duymalı insan bu yalnızlıkla, yoksa hüzne mi boğulmalı? Güçlü kadınların ödülü hep tek başına kalmak mıdır? Güçlü Kalplere Ödül Yalnızlıktır!
Balkonda oturdum, bir sigara yaktım, bir de kahve yanında, aniden hafif bir rüzgar omuzlarıma dokundu. "Ben buradayım, yalnız değilsin" der gibiydi. Ürperdim, titredim biraz, içeri girecektim, vazgeçtim. Madem bu gece rüzgarla yıldızlar yarenim, o zaman sohbet edeceğiz demektir. Yan binada oturan komşular bakıp, kendi kendine konuşan delinin biri zannedecek olsalar da, umurumda değil. Onlar görmese de soframda yel oturuyor benim. Cebimde o kadar çok hikaye var ki, anlatsam bitmez. Sevdanın yollarını yürümüş, koşmuş, arşınlamış bir kadınım. Virajlarını, yokuşlarını, düzlüklerini ezbere bilirim. Ama hikayelerden daha önemli olan, elimizde kalan yalnızlıktır. İyisi mi, neden yalnız kaldığımı anlatayım: Bazı kadınlar güçlü olmayı seçer. Seçmemiş ama mecbur kalmış olanlar da aynı özelliklere sahip olurlar ancak onların farkı, ilk buldukları limanda demir atıp diğer tarafa geçebilme potansiyelini içlerinde barındırmalarıdır. Ben limanlara uğramadan, sürekli dalgalarla boğuşup, bir türlü batmayanlardanım. Parçalanmayayım, su almayayım, batmayayım gibi bir derdim de yok üstelik, sadece olmuyor. Bir yolu, çözümü vardır mutlaka diye giriyorum bütün savaşlara, hepsi bu! Yenildiğim zamanlarda da elimden kılıcımı bırakmayıp, kanayan yaralarıma rağmen, meydanı yürüyerek terk ettiğim için bana, güçlü kadın diyorlar. Gülümsemelerimin arkasına gizlediğim yenilgilerimi, kimseye göstermeden, ders alınacak olaylar rafına koyuyorum. Tüm yaralarıma pansuman yapmayı öğrendim. Hayatıma, şöyle bir geçerken uğrayan kimse, yüzümde tebessümden fazlasını göremiyor. Kolay mı duvarların arkasına bakabilmek? Ben her gelenin duvarını aşabiliyor muyum ki? Güzellikleri paylaşmak kolaydır. Arkadaşlar, sevenler tüm mutlu anlarda yanınızda olabilirler. Benim için değerli olan, düştüğümde elimden kaç kişinin tutacağıdır, ona bakarım. Tüm çukurlardan tek başına çıkabilmeyi öğrenen kadın, kadına özgü o muhteşem zarafeti biraz kaybetmiş olsa da, gerçek bir kadındır. Toprak gibi, deniz gibi durur öyle. Karşındaki adamın bunu anlayabilmesi için, gökyüzü olması, yağmur olması gerekir. Onun da erkekliğini keşfetmiş olması lazımdır. Güçlü bir kadını koluna takabilmek, ona kadınım diyebilmek için, biyolojik olarak erkek olmanın ötesinde bilgeliğe, gerçeği arayan bir merak duygusuna, keşfetme zevkine, sadece bakan değil gören bir göze sahip olması gerekir. Bu tarz adamların da sayısal olarak azlığından yola çıkarsak, söyleyebilirim ki, güçlü kadınlar aşkta mutluluğu zor yakalarlar. Garip bir sızı kalır içlerinde, ruhlarını görebilirseniz ne büyük bir gökkuşağına sahip olduklarını anlarsınız. Ancak kaç kişide o muhteşem, göz alıcı renklere bakabilecek yürek vardır ki? O yüzden, benim gibi, gecenin bir yarısında, balkonda rüzgarla aşka dair uzun sohbetler yapar güçlü kadınlar. Çünkü güçlü kalplere ödül yalnızlıktır!
Seni Benim Dualarım Korur!
Ben galiba gidiyorum sevgili, içimde bir garip hüzün var. Sanki ne yapsam olmuyor gibi hissediyorum. Seni severken, üstelik senin de sevdiğine inanırken, nasıl beceremedik bu işi bilemiyorum ama sanırım ben gidiyorum. Seni Benim Dualarım Korur!
Ellerimin sana dokunmadığı bir dünyada yaşamaktan, yalnız sesini duyarak kısıtlı vakitlerde mutlu olmaya çalışmaktan, bedenini ve aklını yanımda hissedememekten yorgun düştüm. Kurduğum bütün hayaller boşuna, hiçbirini gerçekleştiremiyorum, etrafı sularla çevrili yalnız bir ada gibiyim. Arada bir konan kuşlar da olmazsa, içimde yaşayan bir nefes kalmayacak. Sabretmeyi öğrenmiştim ama bu kadarı beni bile aşıyor. Taş olsa çatlardı diyorum. Zor demek ki aşkı gerçekten yaşatmak, ben beceremediysem özür diliyorum. Biliyorum, sevgi anlamaktır ancak sürekli anlayan taraf ben olacaksam, o zaman aşk da sadece bana ait olmaz mı? Bu durumda aşkımı da cebime koyup gitmek gerekiyor, sanırım vakti geldi, gidiyorum.İçimde hiçbir kırgınlık taşımadan, sadece iki kocaman insanın beceriksizliğine kızarak, şu minnacık yüreklerimizi bir arada tutamayışımıza içlenerek zaman zaman, inatçılığımızın sonunda ikimizi de köprüden düşüreceğini söyleyerek üstelik, yoksunluğumu hissetmediğini anladığım için, gitmeye hazırlanıyorum. Rüzgarda çarpan kapılar gibi, sürekli kendime çarparak yaşamaktan sıkıldım. Madem bunca yalnızlığa asılı kalıyorum, o zaman senin yaşamında bir yer işgal etmenin de anlamı yok diyorum. Zaten bensizliğe talimli hayatında eksilen ne olabilir ki? Günde bire düşmüş telefon sohbetlerimize bakınca, arkadaşlarımla seninle konuştuğumdan daha fazla diyalog kuruduğumu görüyorum. Nasılsa merak etmezsin, gidişim sende neyi değiştirir ki, kadınca birkaç tavırdan başka?Bugün alış verişe çıktım. Sana da güzel bir tişört aldım. Sonra neden aldığımı sordum kendime, cevabını bulamadım. İnsan, sevdiği kişi için bir şeyler yaptıkça mutlanıyor, işe yarar mı hissediyor acaba? Yüreğim öyle yorgun ki tahmin edemezsin. Senden önce de birikmiş vurgunlarım var zaten benim. Daha onları yeni temizlemişken, bir başka acıya tahammül etmemek için gideyim diyorum. Bana da alıştırdın ya sensizliği, ayrılığı da yadırgamıyorum demek ki! Ben galiba gidiyorum sevgili! İçimde bitirilmemiş düşlerim, cebimde seninle kurulmuş hayallerim, bir türlü anlatamadığım sevgim, beceriksizliğim ve her yanında ismin yazan kalbimi elime aldım, gitmeye hazırlanıyorum. Arkamızdan kimsenin söyleyecek sözü yok. Dedikodumuzu da yapamayacaklar. Kim ne biliyor ki? Benim anlattıklarımdan başka, senin dünyanda beni tanıyan bile yok. Yani, bu ayrılık seni vurmayacak. İçimde biraz burukluk olsa da, nefes aldığım sürece seni aklımın, kalbimin bir yerinde tutacağımı biliyorsun. Nerede ve kiminle olursan ol, hangi derdin içine girmiş olsan da, merak etme seni dualarım koruyacak. Bundan eminim çünkü seven bir kalbin ettiği güzel dualar, bu koca evrende kabul göreceği yere ulaşacaktır. Artık vakit geldi ve ben galiba gidiyorum sevgili, ama sen dur dersen….
Kadın
Dünyada en tatlı şey
Kadın bir, meyva iki
İkisi birbirine
Öyle benzer ki..
Kadın var, can eriği,
Kah tatlı, kah buruk.
Kadın var üzüm gibi,
Yenir olsa da koruk!
Kadın var, vişne gibi,
Reçel yap tabak tabak.
Kadın var, karpuz gibi,
Yandın çıkarsa kabak.
Kadın var, kestanedir,
Kış mevsimine sakla,
Kadın var, kavun gibi,
Aman alırken kokla!
kadın var portakal gibi,
dilim dilim tutulur.
kadın var fıstık gibi,
avuç avuç yutulur.
Kadın var, incir gibi,
Kuru yenir, yaş yenir.
Kadın var, muz gibi,
Soya soya yenilir.
Kısaca her kadının
Benzeri bir meyvadır.
Ama nikah masasında
Evet! diyen erkeğin
Yediği hep AYVAdır..
ÜMİT YAŞAR OĞUZCAN..
İşte o zaman SEVGİ benim, BEN, sevgiyim diyebiliriz
Esas olan SEVGİ ve buna ulaşmak için birbiriyle bağlantılı önümüzdeki engellerden biri: İlişki ve İLİŞKİ KURMAK arasındaki farkı değerlendirememek, diğeri: SAHİPLENME içgüdüsü.
Evet, ilişki ve ilişki kurmak arasında çok fark var… İlişki sabitlenmiş ölü bir şeydir. Noktalanmıştır; evlenmişsinizdir, sevgili olmuşsunuzdur, evlat olmuşsunuzdur, iş hayatınızda kademe atlamışsınızdır, bir derneğe üye olmuşsunuzdur ya da evlatlarınız olmuştur… Olay bitmiştir… Daha ilerisi olmaz… Sadece geri gidebilir… Bu noktadan ilerisi yoktur… Nehir göle dönmüştür… İlişki artık adı konmuş bir nesnedir… Süreç barındırmaz, ilişkiyle bir hedefe ulaşamazsınız… Zaman içinde akarı olmayan bir göl gibi kirlenmeye başlar… Yani bir noktadır.
İlişki kurmaksa bir süreçtir, bir fiildir. Her fiil gibi hareket barındırır… Evet, dil kalıpları içinde bundan kaçınmamızın olanağı yok… Bu ufak ayrıntı her zaman dile uygun gelmez anlatamayız… O zaman bunu kendimiz bilmeliyiz… Daha doğru ifadeyle kendimizi bilmeliyiz… Bu tekâmülün aşamalarından biridir… İlişki kurmak sevmek demektir… Sevgiyle dolu olmayan ilişki kuramaz… Cesur ve samimi olamaz… İlişki kurmak sevgiyi paylaşmaktır… Sevgiyle dolu değilsek neyi paylaşabiliriz ki? Bu özgür irade kuralının esasına göre seçimimize bağlıdır… Tamamıyla ne yaptığımıza ve ne yapacağımıza bağlıdır… Genellikle insanlar için araya mesafe koymak daha güvenilir gelir ve tüm kapılarını karşısındakilere kapatırlar ve hep araya sınır koyarlar… Kullanılmaktan korkarlar ve asla araya koydukları sınırı ihlal etmezler… Sonuç; bu korku kullanılmamak için kullanmayı getirir… Ama bu ilişki kurmak değildir… Evet, bir çeşit ilişki vardır. Bu bir sahip olmadır…
Zirveye ulaşmak isteyen kimse kayıp bir yerlerden düşme riskini göze almalıdır… Sahiplenme içgüdüsü karşındakini kendi hapishanende tutmaya benzer. Egoyu beslemek için sahiplenme gerekir..Sahiplenme, talebi beraber getirir… Kuralları sen koyarsın… Karşındaki bu kurallara göre oynamalıdır… Tek amaç; kendine bağımlı hale getirip kullanmaktır… O kişi artık senin isteklerini yerine getirmek zorundadır bunlardaki en ufak sapma baskıyı, tacizi, arzuyu, kıskançlığı, öfkeyi, aşırı tutkuyu ortaya çıkarır… Karşımızdaki sevgi adına susar, korkudan susar. Ama saygı ölmüştür ve o her gün biriktirmeye devam eder , bir gün gelir patlar..İlişki dediğimiz nesne ölür… İlişkilerde sevginin varlığına inanmıyorum o yüzden sevgi ölür demiyorum.
Sevgi saygıyı da beraberinde getirmelidir… Temel koşul karşımızdakinin kendi olma özgürlüğünün tamamen tanınmasıdır… Karşımızdakini kendimize aramızda muazzam bir saygı ortaya çıkacaktır. Ve bu saygı sevgi mabedinin temeli haline gelecektir… Sevginin, doğanın, merhametin o göre sürüklemezsek, kendi başına bırakırsak işte o zaman yavaş yavaş muhteşem kokuları saracaktır bizi…
İşte o zaman SEVGİ benim, BEN, sevgiyim diyebiliriz…
Bu Dünyadan
Vazgeçtim bu dünyadan tek ölüm paklar beni, Değmez bu yangın yeri, avuç açmaya değmez. Değil mi ki çiğnenmiş inancın en seçkini, Değil mi ki yoksullar mutluluktan habersiz, Değil mi ki ayaklar altında insan onuru, O kız oğlan kız erdem dağlara kaldırılmış, Ezilmiş, hor görülmüş el emeği, göz nuru, Ödlekler geçmiş başa, derken mertlik bozulmuş, Değil mi ki korkudan dili bağlı sanatın, Değil mi ki çılgınlık sahip çıkmış düzene, Doğruya doğru derken eğriye çıkmış adın, Değil mi ki kötüler kadı olmuş Yemen’e, Vazgeçtim bu dünyadan, dünyamdan geçtim ama, Seni yalnız komak var, o koyuyor adama.
sevdalar...
Ayaz... Bazı sevdalar vardır. İnsana başlarken çok güzel gelen, sonrasında bitişiyle beraber sevgisi de dahil, herşeyden vazgeçiren, herşeye korkuyla baktıran sevdalar.
Önce bir dönem gözlerinden yağmurlar yağar insanın , sonra alıştığını zanneder. Asıl zor olan o zaman başlar. Artık karlar yağar gibi anılar yağmıştır üstünüze, önce o karları silkelemeniz gerekir üzerinizden. Ne kadar istemeseniz de...
Sonra bu kez de sıcak bir köşe ararsınız ısınıp kendinize gelmek için. Üstünüzde kar parçacıkları kalmıştır, silkindikçe anı dökülür herbiryerinizden. Elleriniz buz kesmiştir, ısındıkça tutmaz olur o eller, ısındıkça bıçak yarası gib kesilir o eller, tutmak isteseniz de hiçbirşeyi tutamazsınız, canınız yanar. Artık sıcaktan da korkar hale gelirsiniz.
Ya her sıcakta canım yanarsa korkusu sarar içinizi. Sıcaklıklardan da korkarsınız, sonrasında gelen soğukluklardan da. Yine de çividir çiviyi söken misali soğuk bir şeyle üşüyen yerlerinize pansumanlar yaparsınız, kanayan yerlere pansuman yapar gibi. Ancak bu pansuman sonrasında yine çekine çekine yaklaşmaya çalışırsınız sıcağa. Bir de bakarsınız ki bu kez canınız yanmamaya başlar, alışırsınız iyice.
Ve yine mevsimler döner, önce baharı yaşarsınız, sonra sıcacık yazı. Ardından yine kış gelir, yine yağar karlar. Her kış yine üşür elleriniz, yine tutmaz olur belki.
Ta ki siz gerçek sıcaklığı bulana kadar... W. Generous BLACKSTONE
Önce bir dönem gözlerinden yağmurlar yağar insanın , sonra alıştığını zanneder. Asıl zor olan o zaman başlar. Artık karlar yağar gibi anılar yağmıştır üstünüze, önce o karları silkelemeniz gerekir üzerinizden. Ne kadar istemeseniz de...
Sonra bu kez de sıcak bir köşe ararsınız ısınıp kendinize gelmek için. Üstünüzde kar parçacıkları kalmıştır, silkindikçe anı dökülür herbiryerinizden. Elleriniz buz kesmiştir, ısındıkça tutmaz olur o eller, ısındıkça bıçak yarası gib kesilir o eller, tutmak isteseniz de hiçbirşeyi tutamazsınız, canınız yanar. Artık sıcaktan da korkar hale gelirsiniz.
Ya her sıcakta canım yanarsa korkusu sarar içinizi. Sıcaklıklardan da korkarsınız, sonrasında gelen soğukluklardan da. Yine de çividir çiviyi söken misali soğuk bir şeyle üşüyen yerlerinize pansumanlar yaparsınız, kanayan yerlere pansuman yapar gibi. Ancak bu pansuman sonrasında yine çekine çekine yaklaşmaya çalışırsınız sıcağa. Bir de bakarsınız ki bu kez canınız yanmamaya başlar, alışırsınız iyice.
Ve yine mevsimler döner, önce baharı yaşarsınız, sonra sıcacık yazı. Ardından yine kış gelir, yine yağar karlar. Her kış yine üşür elleriniz, yine tutmaz olur belki.
Ta ki siz gerçek sıcaklığı bulana kadar... W. Generous BLACKSTONE
Yaşadıklarımdan Öğrendiğim Bir Şey Var
- Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var:
Yaşadın mı, yoğunluğuna yaşayacaksın bir şeyi Sevgilin bitkin kalmalı öpülmekten Sen bitkin düşmelisin koklamaktan bir çiçeği
İnsan saatlerce bakabilir gökyüzüne Denize saatlerce bakabilir, bir kuşa, bir çocuğa Yaşamak yeryüzünde, onunla karışmaktır Kopmaz kökler salmaktır oraya
Kucakladın mı sımsıkı kucaklayacaksın arkadaşını Kavgaya tüm kaslarınla, gövdenle, tutkunla gireceksin Ve uzandın mı bir kez sımsıcak kumlara Bir kum tanesi gibi, bir yaprak gibi, bir taş gibi dinleneceksin
Insan bütün güzel müzikleri dinlemeli alabildiğine Hem de tüm benliği seslerle, ezgilerle dolarcasına Insan balıklama dalmalı içine hayatın Bir kayadan zümrüt bir denize dalarcasına
Uzak ülkeler çekmeli seni, tanımadığın insanlar Bütün kitapları okumak, bütün hayatları tanımak arzusuyla yanmalısın Değişmemelisin hiçbir şeyle bir bardak su içmenin mutluluğunu Fakat ne kadar sevinç varsa yaşamak özlemiyle dolmalısın
Ve kederi de yaşamalısın, namusluca, bütün benliğinle Çünkü acılar da, sevinçler gibi olgunlaştırır insanı Kanın karışmalı hayatın büyük dolaşımına Dolaşmalı damarlarında hayatın sonsuz taze kanı
Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var: Yaşadın mı büyük yaşayacaksın, ırmaklara, göğe, bütün evrene karışırcasına Çünkü ömür dediğimiz şey, hayata sunulmuş bir armağandır Ve hayat, sunulmuş bir armağandır insana.
Ataol Behramoğlu
KADIN=ERKEK
Biz KADINLARI hiç sevmedik!... Saçlarını sevdik hele birde sarışınsa daha çok sevdik... Ağızlarını sevdik hele birde şehvetli ve dolgun ise daha çok sevdik... Göğüslerini sevdik... Bacaklarını sevdik hele birde sütun gibiyse bayıldık... Kalçalarını sevdik... Gerçekten güzel vücutlu ve "çıtırsa" daha çok sevdik...
Yolda,arabada,televizyonda,internette onlara hep "baktık"... Her yerlerine iyice ve dikkatle! baktık... Pek iyi görememiş olacağız ki bir daha baktık... bir daha ve bir daha...
Hatta bu sevgimiz yüzünden internet kullanırken sağ elimiz mouse tutarken diğer elimiz hep meşguldü! Kadınların her yerlerine baktık ama GÖZLERİNE ya hiç bakmadık ya da baktığımızda çok GEÇ olmuştu... Biz kadınlara çok dokunduk! onlar istesede istemesede dokunduk... Son yıllarda dini motiflerden güç bulanlarımız oldu..
Eh yozlaşan toplum ve geç gelen adalet oluncada 13-14 yaşındaki ÇOCUKLARA bile dokunmaya başladık! SAPIK damgası yemeyi göze alanlar bile şaşırdı çünkü SAPIK diye haykıran ne kadar azdı! Kimimiz "araştırmacı" oldu icraata geçemedi! onlar CD ve DVD ler ile idare etti! Hatta SAPIKLARA tepki bile gösterdi...ya onlar ne yaptı? Gerçek dünyada namuslu! olanlar sanal dünyada bu çocukları aradı...aradı...ve hep buldu!
Kadınlara "dokunmada" dünya sıralamasında üst yerlere geldik...2009 itibariyle rakamlar oldukça "umut verici".... % 40 ını SÜREKLİ DÖVDÜK... %45 ine DUYGUSAL ŞİDDET uyguladık (küfür,hakaret,küçük düşürme)... %16 sına ZORLA SAHİP OLDUK... ve olmaya devam ediyoruz... tüm bunlara maruz kalan HER 3 kadından biri İNTİHARA kalkıştı ama biz hiç oralı olmadık...(bize ne değil mi? Fener ya da CimBom maç kaybedince çok üzüldük ama kadınlar söz konusu olunca pek oralı olmadık) % 9 una daha MASUM BİRER ÇOCUKKEN bile dokunduk... ama hep SUSTULAR...çünkü konuşsalar kimse inanmazdı..."kim bilir neler yaptın ki sana tacizde ya da tecavüzde bulundu AMCAN ya da KOMŞUN" bu da sana DERS olsun...ama bu DERS o kadar acıdır ki biz ERKEKLER bilemeyiz...Bizlere sorduklarında %25 imiz "bazı durumlarda KADIN DÖVÜLÜR" demeyi doğal bir şey gibi dile getirdik...İSLAMİ ÖĞRETİ yalanları ile KADINLARI ve KIZLARI bizlerin KÖLESİ yapmaya başladık ve bu çabalar sonuçlarını vermeye başladı...Artık kadınlar o bildiğiniz kadınlar değil!...% 51 i erkekler ile tartışmayı bile "saygısızlık" sanıyor artık...%36 sı kendisi para kazansa bile parasını nasıl harcayacağına karar veremeyeceğine inanmış...ya da inanmak zorunda kalmış...% 52 si "erkek kadından sorumludur" diyecek kadar kadınlığını unutmuş...ya da unutturulmuş...% 49 u "erkek ne zaman isterse bana sahip olabilir benim itiraz hakkım olamaz" diyecek konuma gelmiş ya da getirilmiş...
Kabul edelim biz kadınları KULLANMAYI çok sevdik...evde,işte,siyasette,okulda kısacası her yerde...Parti kongrelerinde sözde liderler konuşurken arka fonda 3-4 kadın vardı hep...Onlardan VİTRİN yaptık...İMAJ yaptık...başörtülü,normal türbanlı,modern türbanlı ve türbansız....Parti çalışmalarında kapı kapı dolaşanlar hep KADINLARDI..koşturan ve çabalayan hep KADINLARDI...Miting olduğu zaman onları ön sıralara toplayıp KARANFİLLER attık üzerlerine ve iki lafın birinde anam,bacım edebiyatı yaptık....ama "ANANIDA AL GİT" demek bize daha çok yakıştı! "Cennet anaların ayakları altında" diye diye büyütüldük...ama ANALARI hep ayaklarımız altında ÇİĞNEDİK...EZDİK...TEPİKLEDİK...14 şubat sevgililer günü ya da Anneler Gününde bir kaç saat ara verdik! ama sonra yine ezmeye devam ettik...İş verirken bile onları hep düşündük! iş yerinde gözümüz gönlümüz açılsın ya da malum niyetler ile BAYAN ELEMAN ARANIYOR ilanı vermeyi çok sevdik...2009 Türkiyesinde KADIN olmanın ne kadar zor olduğunu biz erkekler bilemeyiz... Çünkü artık KONUŞMUYORLAR....KONUŞAMIYORLAR...KONUŞTURULMUYORLAR...islam dinini sömüren ve kullanan KARANLIK ZİHNİYET kendi kadınlarını yetiştiriyor...susan,itaat eden ve kaybolmuş kadınlar...kızlar...hatta çocuklar..Arada VİZYON ya da İMAJ için ortaya "sürülen" kadınlara bakmayın siz..onlarda biliyor "kullanıldıklarını" ama artık düzen kurulmuş...
Bu ülkenin kurucusu ATATÜRK 1930 lu yıllarda Türk kadınına dünyadaki birçok çağdaş ülkeden önceden hak ettiği HAKLARI verdiğinde umutlanmıştık...Çünkü o ATATÜRKTÜ...Kurtuluş Savaşında bebeğinin kundağında mermi taşıyan anayı ya da cephede erkeği ile göğüs göğüse savaşan bacısını unutmadı...ihanet etmedi...Ama BİZ ihanet ettik! Türkiye Nereye Gidiyor? diye soruyor herkes birbirine...
Cevap ne kadarda açık değil mi? Türkiye hızla ve şevkle KARANLIĞA gidiyor... hatta KOŞUYOR... çünkü YARATILMIŞLARIN YARISI olan KADIN YOK OLUYOR!... benim anam,bacım,sevgilim,kızım YOK OLUYOR....
Kadını YOK OLAN ülkenin gideceği yol bellidir...KARANLIK ve ONURSUZ bir gelecek....Bu işi PLANLI yürütenler İSLAMİ motifler ya da örnekler ile KADININ İKİNCİ SINIF KONUMA gelmesini doğal karşılamamızı bekliyorlar...Bu işe KURANI KERİMİ ortak koşmaları ne acı...mesela miras hukuku...erkek çocuğa 2 pay..kız çocuğa 1 pay...ya da kadının erkeğe İTAAT etmesini empoze eden garip ayet ya da sureler...belli ki burada büyük bir istismar var...Çünkü tüm alemi yaratan ALLAHIN kendi yarattığını aşağılaması söz konusu bile olamaz...Kuran'ı kendi amaçları için yorumlayanlar KADINI ikinci plana atmayı çok seviyor olabilir ama Biz hiç sevmedik...Şunu o kalın kafanıza sokun.... KADIN=ERKEK.... ERKEK=KADIN dır... bazı konularda kadın bazı konularda erkek ÜSTÜN olabilir...Ama tüm bu zayıf ve üstün yönleri bir arada düşündüğünüzde tek bir gerçek var; KADIN=ERKEK.... ERKEK=KADIN.... bu GERÇEĞİ kabul etmemek bize her zaman kaybettirecek...ve kaybettiriyor...
8 MART KADINLAR GÜNÜYMÜŞ!...KADINI olmayan ülkenin kadınlar günü olmaz...kutlanmaz...Burada yazılanlar size ters geldi ise vah benim ülkeme...Çünkü "sizler" sayesinde sonumuz gelecek.... KADIN benim diğer yarım ve benim diğer yarımdan vaz geçmeye niyetim yok... Türkiye Ne zaman Kurtulur? Ülkenin üniter,ulus ve LAİK devlet yapısına inanan ve SAHİP çıkan 550 milletvekilinin YARISI ÇAĞDAŞ TÜRK kadını olduğu zaman bu ülke KURTULUR..Yani 550 vekilin yarısının KADIN olmasını isteyen MİLLİ İRADE..seçmen..oy kullanan..sen..ve ben....Buna karşı çıkanlar o KALIN KAFALARINA soksunlar bu gerçeği....Türk Kadını benim diğer yarımdır ve ben TAM olmak istiyorum...Çünkü onlara İHANET EDEMEM...Tüm bunlara yürekten inanmıyorsanız lütfen "sözde" sevdiğim kadın dediğiniz kadına "SENİ SEVİYORUM" demeyin... Çünkü çok komik ve acınası oluyorsunuz.... LÜTFEN artık kadınların GÖZLERİNE ve BEYİNLERİNE bakmaya başlayın... Türk Kadını ve erkeğinin daha aydınlık günlerde yaşaması dileklerim ile arz ederim.
..en büyük sır...
YAŞLANDIĞIN ZAMAN
Saçların beyazlaşmış ve uykuyla dolmuş ve yaşlandığın zaman, Ve ateşin önünde başın önüne düşüyorken, bu kitabı aç, Ve yavaşca oku, ve bir zamanlar gözlerinde var olan Yumuşak bakışları ve derin gölgeleri düşle; Kaç kişi sevdi senin ferah zarif anlarını, Kaç kişi aşık oldu senin güzelliğine ya gerçek ya da yalan; Fakat, bir tek erkek senin içindeki göçmen ruhu sevdi, Ve değişen yüzünün kederlerine aşık oldu; Ateşin önünde parlayan demirlere yaslanırken, Biraz hüzünle mırıldan, Aşk nasıl kaçtı Ve yavaşca yürüdü başımızın üstündeki dağlardan, Ve yüzünü sakladı bir yıldız yığını arasından. William Butler Yeats
CAN'A CAN KATMAK....
Bir yürekte Can olabilir misiniz? O yüreğe Can katabilir misiniz? Bir CAN'IMMMM kelimesine O yürekte bin anlam katabilir misiniz? Gözlerde ışıltılar, pırıltılar görebilir misiniz? Çalınmış zamanları renk renk yaşabilir misiniz? Ellerin, gözlerdeki ışıltıların o yüreğin sıcaklığını Birebir yansıttığını algılayabilir/algılaltabilir misiniz? Ya, yüzlerce, binlerce renklerin dışında renkler bilir misiniz? Can sesini duyduğunuzda; yüreğinizde ürperti ve Titreşimlerin getirdiği telaşın midenize vuruşunu bilir misiniz? İmge'lerin tadını bilir misiniz? Ya kelimelerin, mimiklerin, ifadelerin Yetersiz kaldığını bilir misiniz? Dizlerinizin, omuzunuzun, göğsünüzün Can ateşini arayışını bilir misiniz? Avuçlarınızın, Can çiçeğinin ellerini, Saçlarını, yüzünü özümleyişini bilir misiniz? Saçlarına, gözlerine, burnuna, dudaklarına ve Tenine dokunuşun hazzını bilebilir misiniz? Kalabalıklarda sessizlik şarkıları söylemeyi bilir misiniz? Ya ellerin dansını bilebilir misiniz? Sıkıca sarmanın, yüreğe katmanın tadının haz'a dönüşümünü, Onun dizlerinde, omuzlarında, sonsuza kadar kalmayı Hatta; yok olmayı isteyebilir misiniz? Yani; dostluğu+yüreği+ruhu+mantığı ve bedeni tek tek sırayla yaşamayı, Yudum yudum yüreğe katmayı bilebilir misiniz?
Kim bilebilir ! Kim bilebilir ki? Kim yaşamış ve yaşatmıştır, kim algılatmış ve algılamıştır ki, Kimin gözleri acımıştır, kimin yüreği kanamıştır, Kim deli yürek olmuştur, kimin yüreğine yağmurlar yağmış/yağdırılmıştır Ve kim bu "misiniz" lere ve "kim" leri birebir yaşamsalına katmıştır ki?
:)) İşte bütün bunları sadece ama sadece CANA CAN KATANLAR bilir, yani biz BİLİRİZ.
Ben biliyorum. Ya sen CANIM, ya sen ???
(Alıntıdır)
YALANCI BAHAR...
Havada çiçek kokusu var. Ağaçlar tomurcuk verdi, yoncalar toprağı aralayıp ürkek ürkek başlarını uzattılar. Güneş sıcak. Rüzgâr nazlı. Serçeler aşk danslarına başladılar. Oysa ben biliyorum gülüm... Bu yalancı bahardır, yalancı bahar.
Hiç ummadık anda bir soğuk rüzgâr çıkar. Kara bulutlar üşüşür. Daha dün baharın geldiğini sanan kuşların yarım kalmış şarkılarının yerini duvara vuran kepenklerin sesi alır. Serçeler kaçışırlar. Anaç kumru tarumar. Bir de bakarsınız ki kış geri gelivermiş. Bir fırtına... Bir soğuk... Yağmurla karışık biraz kar. İşte o zaman ben, çiçek tomurcuklarının daha başlarını uzatır uzatmaz kavrulup yanmalarına dayanamam.
Yaşam zaten "yalancı bahar"larla doludur. Kimi zaman bir gülücük, kimi zaman birkaç satır mektup, kimi zaman bir hayal, kimi zaman bir düğün, kimi zaman bir iş, kimi zaman bir küçük umut. Tomurcuklar açar. Güneş sıcak, ılık rüzgâr... Ama yalancı bahardır. Ben yalancı baharları bilirim. Neydi o; saçımı ilk tarayışım. Komşu kızına yazdığım ilk sevda mektubu. İlk diplomam. İşe ilk girişim. Neydi o; yazı yazmaya başladığım zaman dünya düzenini değiştireceğimi sanmam. Gerçekleştiğini sandığım umutlarım. Benim payıma düşen yalancı baharlardı gülüm.
Havada çiçek kokusu var. Şimdi aklım havada, gözlerim ufuklarda bulut kovalar. Serçelerin şarkılarının yarım kalmasını istemem. Başını doğaya uzatan tomurcuklar, ürkek çiçekler yanacak diye bulutlardadır gözüm. Bir başka yalancı bahardır diye ödüm kopar. Ben yalancı baharları bilirim gülüm...
Bekir COŞKUN
çok özür dilerim SENİ SEVEBİLİRMİYİM....?
Öyle değil mi? Bilmez misin? Muhtaç olmak acizliktir. Şimdi seni sevdiğim için cezalandıracaksın beni biliyorum! Hor göreceksin. Bekleteceksin. Aramayacaksın. Çıkarların on plana çıkacak. Eğer çıkarlarını da sevmezsem beni sileceksin. Yalan mı? Sileceksin işte! Sonra her gün benden azar azar uzaklasacağını izleyip kahrolacağım. Yahu ben bir seven'im. Yani seni sevgimle onurlandırmış bir insan. Dünyayı ayakta tutacak insan kudretinin adıdır Sevgi... Şimdi ben sevdim diye, bu kudrete ve cesarete sahip oldum diye sen beni nasıl ve ne hakla cezalandırabilirsin? Aklım almıyor. Zeka seviyem de, insanlığım da, yüreğim de. Yok! "Seni seviyorum" cümlesini çok harcama, eskir! Yok! Herkese "seni seviyorum" deme, sadece aşık olunca kullan! Yok! "Seni seviyorum" demeden önce binbir hokkabazlık yap ve şirin görün ki sevdiğin sevildiği için kendini dev aynasında görmesin, onu inlet, süründür, aklını başına getirt, mahvet! Neden? Çünkü, istenen bu.. Kaç.... Sevsen de sevmesen de kaç! Neden? Çünkü kaçan kovalanır aptal! Kaçan kovalanır... iyi de, neden sevdiğim için kaçıyorum ki? Ben kaçacak ne yaptım? Kaçarak daha mı çekici olacağım? Kaçarsam daha mı değerim anlaşılacak? Sevmek utanç verici birşey mi ki kaçmam gerek?! Anlayamıyorum... Oysa ben zaten sevdiğimi severek devleştirmişimdir. Onun dev aynasında kendisini yeniden devleşmesine ne gerek var ki? Bir görebilse benim gözlerimle kendini, eminim kıskanacaktır bendeki kendisini... Yok ama yok! Bilmez sevgililer sevilmenin eşsizligini, bilmez... Ondandır bol keseden sevgiyi böyle tüketişleri... Ben hiç şımarmayan, değişmeyen, yozlaşmayan, uçup gitmeyen, tükenmeyen sevgi görmedim. Artık cenaze törenleri iki türlü yapılmalı. Biri bedenler için, diğeri Zorla öldürülen sevgiler için!... Ne demiş Yılmaz Erdoğan, "Ben senin beni sevebilme olasılığını sevdim" Anlayın artık varlıkları değil, olasılıkları sever olduk... Neden? Çünkü olasılıklar hayallerimizdir. Sevmekse hayatın bir gerçeği. Hayallerimizde sevgilimiz hiç değişmez. Hatta "seni seviyorum" dedikçe ya gözleriyle, ya elleriyle ya da tatlı diliyle "Beni sevdiğin için teşekkür ederim aşkım" der... Teşekkür etmek?! Beni sevdiğin için... Evet ya... Bir onurdur, bir ödüldür, bir şerefdir sevmek ve sevilmek. Özgürlüğümüzdür, cesaretimizdir, insanlığımızdır. Ayrıcalığımızdır. Ama ne yazık ki bir de bütün bunların farkında olamayışımızdır sevmek... Korkuyorum. Hep sevdiğim için cezalandırıldım. Artık "seni seviyorum" derken bana tuhaf tuhaf bakmayacak varlıkları daha çok sevmeye niyetliyim... Bir çiçek gibi... Bir hayvan gibi... Bir dağ manzarası gibi... Bir su damlacığı gibi... Bir küçük tomurcuk gibi henüz doğmakta olan... Çünkü hepsinin insanlarda var olan bir büyük silahdan arındırılmışlığı var. Yani dilleri yok, dilleri! Konuşamazlar... Sadece dinlerler... Sevginizi anlayarak hissederek dinlerler. Onlara "Pardon! Acaba sizi sevebilir miyim?" demeniz gerekmez. Direkt söylersiniz sevginizi hesapsızca, umarsızca... Saymadan... Ve sevgimi ifade edecek her türlü çılgınlığı hesapsızca yapmak istiyorum. Gurur denilen sözcüğü sözlüklerden çıkartmak, sevdiğim için sevilerek ödüllendirilmek istiyorum... ALINTIDIR
ERKEK, GÖZYAŞI KATİLİ Mİ ANNE?
İlk özgür çığlığı, rahminden çıkıp, dünyaya merhaba dedikten hemen sonra attım anne. Ve son özgür (saf olmasa da) gözyaşlarımı çok uzaklarda, ergenlik çağımın hemen başında terk etmek zorunda kaldım. Bir erkektim artık anne. Güçlüydüm. Güçlü olmak zorundaydım, "karılar gibi" zırıldayamazdım. Elalemin maskarası olamazdım. Kız bile vermezlerdi yoksa bana. Ben ağlamamalıydım anne. Kadınlar, kızkardeşlerim hatta sen bile ağlayabilirdin ama ben bunu yapamazdım. Çünkü; ERKEKLER AĞLAMAZ dı anne. Hayatın, ta göbeğinde yaşadım anne ve özgürce ağlamayı tadamadım. Herşeyimi kaybetmekten, işsiz kalmaktan, çocuklarımdan olmaktan, yalnızlıktan, kazadan, beladan, insanlardan korkmadım anne. Ama ağlamaktan korktum. Sadece bana ait olan, benim gözyaşlarımdan korktum. Korktum ve gözyaşlarımı yuttum, kalbime gömdüm ve onları tuğlalar gibi kullanarak dev bir kule inşa ettim içimde anne. Korktum ve boğazıma kadar gelip dayanan hıçkırıklara sert komutlar verdim. Boğdum onları anne, özgürlüğümü boğdum. İşte bunun için seri katil oldum anne ve cinayetlerimin sayısını bile unuttum. Sevdiklerimden ayrıldım, özgürce ağlayamadım sokaklarda, gözyaşlarımı saklasın diye yağmurları bekledim. Görkemli kaybettiğim anlarda kaçırdım gözyaşlarımı merdiven altlarına. Tuvaletlere kaçtım, ıssızlığın kucağında bırakabildim kendimi ancak. Korktum ve çocuklarımdan da kaçırdım gözyaşlarımı. Babaydım ve güçlü olmalıydım. Ağlarsam güvenemezlerdi bana. Arkadaşlarımı gömdüm uzun selvi ağaçların gölgelerine. Yaşadığım ölümdü ve daha ötesi yoktu. Ama ağlayamadım özgürce. Birkaç damla gözyaşıyla kurtardım kendimi. Bazen çıldırmaya az kaldı. Bazen kendi içimdeki çocukla kavgalara tutuştum ve o küçük çocuğun özgürlüğüne imrendim. Bilmiyorum anne, belki de onun gibi olamadığım için öldürmeye kalktım onu. Bana çok şey öğrettin anne ama şöyle adam gibi ağlamayı öğretmeyi unuttuğun için beni yarım bıraktın anne. İşte böyle sevgili annem... Senin için, sen istedin diye gözyaşlarıma ihanet ettim ve bir erkek olarak erkek gibi ağlamayı başaramadım.
Hoşçakal demek istiyorum giderken..
Hoşça kal demek istiyorum giderken. Hoşça kal da kocaman bir umut vardır çünkü. “Sen Hoş kal, ben geleceğim” dir aslında ardına gizlenen. “Şöyle bir tur atıp geleceğim” dir. Bir kayboluş değildir Hoşça kal, aksine beş dakika sonra geleceğimdir ya da beş saat sonra. Gelirken de tüm umutları çuvalla getirmektir. Hayatın gülücüklerine ufak bir hüzün eklemektir, dudağın yarısına tebessümü saklayarak. Nefes almanın biraz güçleştiğini hissetmek ama hiç durmayacağını bilmektir. Hoşça kal ağlamaktır koparcasına, sarılmaktır karşındakine. Çünkü bilinir ki geriye kesin dönüş vardır bir gün. Aşk bitmemiştir yüreklerde, daha sıcacıktır. O sıcaklık köz olsa da hiç bitmeyecektir. Zira Hoşça kal denmiştir giderken. Gözler birbirinden hiç ayrılmayacaktır, kalple işbirliği yaparcasına. Başkalarına bakmayacaktır. Ten kokusu hiç terk etmeyecektir bedenini. Kalp, adını her duyuşta fırlayacaktır yerinden. Çünkü Hoşça kal denmiştir giderken. Dünyanın bir ucunda bile olunsa o hep seninledir, nefesi hep boynunda, umudu hep seninledir. Bazen bir köşebaşında beklemektir, onun oradan sana koşacağını bilmektir. Hoşça kal Nihavent makamıdır. Bahar kokar, umut kokar, aşk kokar. Ağlarken güldürür. Severken daha da sevdirir. Yenilen yemeğin tadına varmaktır, tuz eklemektir bazen. Tatlının şerbetini bol tutmaktır. Limonataya fazladan iki limon daha sıkmaktır. Hoşça kal kısa bir mola, küçük bir nazdır. Ancak ne olursa olsun, sonu hep mutluluktur. ... Elveda demek istemiyorum giderken. Hüzün dolu ayrılıkları kemikleştiren bir kelimedir çünkü. Sevdaları yürekten kopartıp atan ve yerinde yaralar bırakandır. Çiçekleri soldurup, güneşi bile karartandır. Tüm yaşanmışlıkları ortadan kaldırıp, hatıraların koynunda yıllandıran bir kelimedir, elveda. Bakışların bakışlara kenetlendiği günlerin, saatlerin hatta saniyelerin bittiğidir. Sevgi sözcüklerinin tükendiğidir, konuşamamaktır. Özlemlerin himayesine girmek ve hiç çıkamamaktır elveda. Kalbin yerinden çıkacakmış gibi atmasının sonudur. Ömrünü adadığın her kimse ömrünle kaybolup gitmesidir, seni yalnızlığınla baş başa bırakıp. Dokunuşların hissini kaybetmesidir, uyuşmaktır elveda. Dünyanın sonudur, yaşarken ölmektir, anlamsızlıktır. Tatlının acı, tuzlunun tuzsuz, suyun ise zehir olmasıdır. Fotoğraflara son kez bakıp hepsini göz kırpmadan yakabilmektir. Bazen kalbin izin vermese de “ah” etmektir elveda. Bazense verdiğin ömre bir yenisini eklemek için Allah'a dua etmektir. Bir babanın biricik kızını gelin olarak görmesidir. Bir çocuğun annesini veya babasını son yolculuğa uğurlamasıdır. Başını geriye çevirmek ve beyaz mendil sallamaktır, gözlerde iki damla yaş ile birlikte. Ya da ardına bakamamak ve gözlerinden damlaması gereken yaşları içine akıtıp hızla uzaklaşmaktır. Bir an kendinle olan mücadeleni kaybedip yine ona koşmaktır, ancak uzakta kalmak ve sadece seyretmektir, görebilmektir onu. Bahçende, saksında, fesleğen yetiştirmektir veya ıhlamur ağacı aramaktır çevrende. Zira ikisinin de kokusu içlidir, arsızdır. Bir nefesin rüzgarı bile kokularını salmaları için bahanedir onlara. Fesleğenin, ıhlamurun kokusunu içine çekerken alkolle kısa bir arkadaşlık yapmaktır. Sarhoşlukla tanışmaktır. Beraber yaşadığın günleri büyük bir iştahla saymak yerine artık tarihleri unutmaktır. Hiç neşe barındırmaz içinde elveda. Sıcaklıktan uzaktır, sevgi katilidir, sinsidir. Bir onur mücadelesidir, kıyasıya. Kısacası, umudun bitmesi ve ömrün kalan kısmını uzatma olarak görmektir elveda. ... Bu yüzden, sırf bu yüzden Elveda demek istemiyorum sana. Sadece Hoşça kal diyorum. Hoşça kal...
10 Kasım 2013 Pazar
Bir bitmediniz...
- Her selam veren karşı cinsi arkadaşlarına “bana asıldı“ diye anlatan boşboğazlar.
- Kürk giyenleri eleştirdiğinde “sen de et yeme o zaman“ diyen düz mantıklar.
- Aldığı borcu geri ödemeyip gözünün içine baka baka mal mülk alan yüzsüzler.
- Ortama yeni giren kişiye şirin gözükmek için senin üzerinden şakalar yapan dingiller.
- Lafını kesip söze “o değil de“ diye başlayan aymazlar.
- Bütün kadınların/erkeklerin kendine hayran olduğunu sanan şapşikler.
- Eğlence bitip de hesap geldiğinde elini cebine atmayan pintiler.
- Facebook’tan sürekli oyun isteği gönderen gıcıklar.
- “Ben dobra biriyim“ kisvesiyle ağzına gelen her şeyi söyleyen patavatsızlar.
- Bir gün “kesin hoşlanıyor“ dedirtip ertesi gün umut bırakmayan dengesizler.
- Sosyal medyada feyk ölüm haberi yayan şuursuzlar.
- Herkese kendini sevdirmeye çalışan orta yolcular.
- Kürk giyenleri eleştirdiğinde “sen de et yeme o zaman“ diyen düz mantıklar.
- Aldığı borcu geri ödemeyip gözünün içine baka baka mal mülk alan yüzsüzler.
- Ortama yeni giren kişiye şirin gözükmek için senin üzerinden şakalar yapan dingiller.
- Lafını kesip söze “o değil de“ diye başlayan aymazlar.
- Bütün kadınların/erkeklerin kendine hayran olduğunu sanan şapşikler.
- Eğlence bitip de hesap geldiğinde elini cebine atmayan pintiler.
- Facebook’tan sürekli oyun isteği gönderen gıcıklar.
- “Ben dobra biriyim“ kisvesiyle ağzına gelen her şeyi söyleyen patavatsızlar.
- Bir gün “kesin hoşlanıyor“ dedirtip ertesi gün umut bırakmayan dengesizler.
- Sosyal medyada feyk ölüm haberi yayan şuursuzlar.
- Herkese kendini sevdirmeye çalışan orta yolcular.
7 Kasım 2013 Perşembe
İzlenebilecek En İyi Psikolojik Filmler
1- Yağmur Adam (Otizm)
2- Benim Adım Sam (Zeka geriliği olan bir baba ve kızı)
3- Sol ayağım (Fiziksel engeli olan bir adam)
4- Guguk Kuşu (Psikiyatri kliniğinde geçen olaylar)
5- Aklım Karıştı (Psikiyatri kliniğinde geçen olaylar)
6- Akıl Oyunları (Şizofreni)
7- Wilber Ölmek istiyor (İntihar ve Depresyon)
8- İçimdeki Deniz (Ötenazi isteyen bir adam)
9- Kimlik (Çoklu kişilik bozukluğu)
10- Şanslı (Ensest)
11- Atlı Karınca (Ensest)
12- Zenne (Eşcinsel eğilim ve aile tutumları)
13- Siyah Kuğu (Mükemmliyetçilik psikolojik gerilim)
14- Gözlerimi de Al (Karı koca ilişkisi)
15- Karanlıktakiler (Sosyofobi- cinsel taciz)
16- Otomatik Portakal (Vicdan deneyi- vicdan var mıdır? var edilebilir mi?)
17- Sineklerin tanrısı (İnsanların medeniyetten uzaklaştıklarında “id” lerinin nasıl devreye giridğini anlatıyor)
18- Babam Büfe (Fakir bir aile yapısı)
19- Benny’nin Videosu (Psikolojik gerilim – Aile ilişkileri)
20- Funny Games (Psikolojik gerilim – Aile ilişkileri)
21- Hayat güzeldir (Nazi Almanyası, baba oğul ilişkisi)
22-İnsomnia (Polisiye , gerilim uyuyamayan bir polisin maceraları)
23- Akıl defteri (Hafıza Kaybı)
24- Tehlikeli ilişki (Freud- jung)
25- Dövüş kulübü (Şizofreni)
26- Ceket (Psikolojik gerilim)
27- Truman şov (Kurgu bir yaşamda insan psikolojisi)
28- Makinist (Uykusuzluk problemi- insomnia)
29- Gizli pencere (Paranoya)
30- Nietzsche Ağladığında
31- Sen ne dilersen (İki kız kardeşin ilişkisi)
32- Dönüş (Aile içi ilişkiler)
33- Yirmi Üç (Takıntılı kişilik)
34- Sil Baştan (İki farklı kişiliğin beraberliği- bilinçte yolculuk)
35- Piyano öğretmeni (Aşırı tutucu bir kişilik ve beraberinde getirdiği cinsel sapkınlığı anlatan bir film)
36- Takva
37- Büyük balık (Baba- oğul ilişkisi)
38-Abim evin tek çocuğu (Aile ilişkileri- özellikle kardeş ilişkisi üzerinde durulmuş)
39- Beyza’nın kadınları (Çoklu kişilik bozukluğu)
40- Max ve Mary (Asperger sendromu)
41- Yerdeki Yıldızlar / Taare Zameen Par (Disleksi)
42- Benim Adım Khan / Konusu: Rizwan Khan Otizm türü rahatsızlığı olan sperger sendromu hastasıdır..
43- Beşir´le Vals
44- İnception
45- 3 İdiot
46- Her Çocuk Özeldir
47-Erkek Severse (Alkolizm)
48- 28 Gün (Bağımlılık ve Alkol)
49-Yukarıya Bak (Animasyon)
50- Saklambaç (şizofren bir psikiyatristin hayatı)
51- Benden Bu Kadar (Onsesif Kompülsif)
52- Kevin Hakkında Konuşmalıyız
53- Tehlikeli Oyun (Wawe, Dalga)
54- Benim Küçük Gün Işığım
55- İçinde Yaşadığım Deri
56- Amedeus
57- Beethowen’ı Anlamak
58- Experiment
59- Sybil
60- Oğul Odası
61- Gen
62- Ölü Ozanlar Derneği
63- The Game
64- Black (Kör bir kız çocuğunun hayatı)
65- Billy Elliot
66- Forrest Gump
67- Atlıkarınca
68- Tavşan Deliği
69- Herkes Mi Aldatır?
70- Mozart ve Balina
71- Good Will Hunting (Can Dostum)
72- American Psycho
73- 12 Angry Man
74- İn Treatment (Dizi Film, her bölüm bir danışma seansıdır)
75- Lie To Me (Beden Dilini Anlatmaktadır)
76- Sherlock Holmes (Psikolojik analizler ve vaka çözümlemeleri)
77- Umudunu Kaybetme
78- Zindan Adası
79- Zoraki Kral
80- Öğretmenim Mori
81- Özgürlük Yazarları (Varoş bir okulda bir idealist öğretmenin verdiği mücadele)
82- The Mentalist (Dizi)
83- Uçurtmayı Vurmasınlar
84- Kelebek Etkisi
85- Çıldırış
86- Ghajini
87- Kuzuların Sessizliği
88- Kır Zincirlerini
89- Aile Babası
90- Başkalarının Hayatları
Kendi Çabanızla Depresyonu Yenebilirsiniz....
1. İnsanlarla; Ailemizle , iş arkadaşlarımızla, yakın arkadaşlarımızla, komşularımızla sürekli ve olumlu bir etkileşim içinde bulunmalı, onlardan tedavi sürecinde yararlanılmalıdır.
2. Depresyonla ferdi tedavi sürecinde boşanmak, evi satmak gibi büyük kararlar verilmemelidir çünkü bu gibi kararlar depresyon sürecinde insanları düşündürmekte sıkıntılarını artırmaktadır
3. Kişi bu dönemde çeşitli konularda kendini suçlamayı azaltmalıdır.
4. Bu süreçte kişi olabildiğince sakin olmalı, çoğu şeye iyimser bakmalıdır.
5. Düzenli bir hayat oluşturulmalı. Düzenli hayat çoğu insan tarafından sıkıcı düşünülmektedir fakat düzensiz bir hayat depresyonun nedenlerinden bir tanesidir. Bu bağlamda beslenme, spor yapma , uyuma gibi konularda kişi kendini ayarlamalı, bu etkinlikleri belli bir düzene sokmalıdır.
6. Ve son olarak kişi hedeflerinin üzerine gitmeli, onlardan hiç bir zaman vazgeçmemelidir. Kişiyi büyük ölçüde hayata bağlayan şey onun hedefleri ve geleceğe dair planlarıdır. Bu gibi şeyler hiç bir zaman imkansız olarak düşünülmemeli aksine üzerine gidilmelidir.
Antidepresan Tuzağı
‘Antidepresan Tuzağı’
Psikiyatri biliminin ilaç kapitalizmiyle kirli ilişkisi...
“En basit kaygıların, en insani endişelerin ‘depresyon’ olarak yaftalandığı bir zamanda yaşıyoruz. Hayatın normal akışı içindeki sıradan üzüntüleri yaşayanların hepsi psikiyatri sektörü nezdinde potansiyel birer hasta. Ve sektöre göre bu devasa potansiyelin tamamı antidepresan ilaçlar kullanmak zorunda.”
“Şimdi neredeyse her ev ağzına kadar bu ‘mutluluk’ haplarıyla dolu, onları kullanıyoruz ve ‘mutlu’ olduğumuzu zannediyoruz! Gereksiz depresyon teşhisi ve gereksiz ilaç kullanımı almış başını gitmiş durumda”
Uzun süreli antidepresan kullanımı insanlarda yarattığı riskler, ‘sinsi’ kişilik değişimleri ve intihar eğilimini arttırıyor..Psikiyatri pratiği, insanlara bol miktarda ilaç kullandırma pratiğine dönüştü...
Belki toplumun %5’i için gerçekten gerekli olan bu ilaçların kullanım oranının %50’leri aşınca dayanamadığını, bu gidişe ‘dur’ demek ve halkı tuzaklara karşı uyarmak gerekir...diyor..
Psikiyatrist Mutluhan İzmir
Psikiyatri biliminin ilaç kapitalizmiyle kirli ilişkisi...
“En basit kaygıların, en insani endişelerin ‘depresyon’ olarak yaftalandığı bir zamanda yaşıyoruz. Hayatın normal akışı içindeki sıradan üzüntüleri yaşayanların hepsi psikiyatri sektörü nezdinde potansiyel birer hasta. Ve sektöre göre bu devasa potansiyelin tamamı antidepresan ilaçlar kullanmak zorunda.”
“Şimdi neredeyse her ev ağzına kadar bu ‘mutluluk’ haplarıyla dolu, onları kullanıyoruz ve ‘mutlu’ olduğumuzu zannediyoruz! Gereksiz depresyon teşhisi ve gereksiz ilaç kullanımı almış başını gitmiş durumda”
Uzun süreli antidepresan kullanımı insanlarda yarattığı riskler, ‘sinsi’ kişilik değişimleri ve intihar eğilimini arttırıyor..Psikiyatri pratiği, insanlara bol miktarda ilaç kullandırma pratiğine dönüştü...
Belki toplumun %5’i için gerçekten gerekli olan bu ilaçların kullanım oranının %50’leri aşınca dayanamadığını, bu gidişe ‘dur’ demek ve halkı tuzaklara karşı uyarmak gerekir...diyor..
Psikiyatrist Mutluhan İzmir
Karabasan: İzole Uyku Felci Nedir?
Uykuyla uyanıklık arasından birdenbire göğsünüze ağır bir yük binmiş gibi olur. Ne kadar uğraşsanız da bu esnada vücudunuzu hareket ettiremezsiniz. Gözünüzün önünde karanlık gölgeler belirir. Çığlık atmak istersiniz lakin çene kaslarınız da kilitlenmiştir adeta… Birçok insanın kâbusu olan bu durum halk arasında karabasan olarak bilinse de tıpta da yeri var. Uyku felci denilen bu durumun bilimsel açıklamasını ve normal felçle ilgisini Acıbadem Kadıköy Hastanesi Nöroloji Uzmanı Dr. Nebahat Bilici anlatıyor.
İzole uyku felci, uykunun REM yani rüya görülen döneminde karşılaşılan bir davranış bozukluğu aslında. Uykunun REM fazında fizyolojik olarak, tüm çizgili kaslarda bir nevi felç ortaya çıkıyor. Kaslarda felç geliştiği için görülen rüyanın içeriğine göre el-kol hareketleri baskılanıyor. El kol hareketlerinin baskılanması olumlu bir durum. Aksi takdirde kişi hem kendine hem de yanındakine zarar verebilir. REM fazında kişi uyanırken önce kaslardaki felç çözülür, ondan sonra uyanır. İzole uyku felcinde ise kişi kaslardaki felç çözülmeden uykudan uyanıyor. Kollarını ve bacaklarını hareket ettirememek müthiş bir korkuya sebep oluyor. Bu duruma sıklıkla halüsinasyonlar da eşlik edebiliyor. Her atak birkaç saniye ya da dakika sürebiliyor.
ÖĞRENCILERDE VE VARDIYALI ÇALIŞANLARDA SIK GÖRÜLÜYOR
Uyku felcinin birçok nedeni var. Uyku düzenindeki ani değişiklikler, bebek sahibi olmak gibi yaşam tarzında meydana gelen değişimler, stres, kaygı, uykusuzluk ve yorgunluk bunlar arasında. Ayrıca psikiyatri ve alerji ilaçlarının kullanımı da bu sorunun yaşanmasının sebepleri arasında yer alıyor. Uyku düzeni bozuk gebelerde, lohusalarda, vardiyalı çalışanlarda ve stres altındaki öğrencilerde izole uyku felcine sıklıkla rastlanıyor. Ataklar sık olmadıktan sonra bu hastalıkta tedaviye gerek duyulmuyor. Ancak kişinin bunun bir uyku bozukluğu tipi olduğu konusunda bilinçlenmesi şart. İzole uyku felciyle normal felç arasında herhangi bir bağlantı yok. Zaten uyku felci bir hastalık da değil, REM uyku döneminde yaşanılan fizyolojik bir olay. Bu hastalıkta asıl sorun, fizyolojik felç çözülemeden kişinin uykudan uyanması.
KARABASANDAN KORKUYORSANIZ…
Halk arasında karabasana cin ve şeytan gibi varlıkların sebep olduğu düşünülüyor ve bazı batıl yöntemlere başvuruluyor. Karabasandan korunmak için yeni doğum yapan kadına kırmızı giydiriliyor ya da lohusanın bulunduğu odaya süpürge konuluyor. Bebeğin baş ucunaysa sarımsak asılıyor. Bu uygulamalarla cinlerin korkup kaçacağına inanılıyor. İlahiyatçı Yrd. Doç. Dr. Ali Budak ise rahat bir uyku için dinen yapılması gerekenlerin bu batıl uygulamalarla alâkası olmadığını söylüyor. Mesela Efendimiz (sas) yatağına yattığı zaman avuçlarını birleştirerek İhlas, Felak ve Nas surelerini okuyup üfler, başından, yüzünden ve vücudunun ön tarafından başlayarak ulaşabildiği yerlere kadar ellerini sürer ve bunu üç defa yapardı. Hz. Osman’ın naklettiği bir hadiste Allah Resulü (sas) şöyle buyurur: Her günün sabahında, her gecenin de akşamında kim şu duayı 3 kez okursa ona hiçbir şey zarar veremez: “Ne yerde, ne gökte adıyla hiçbir şeyin zarar veremeyeceği Allah’ın ismiyle ki, O Semî’ ve Alîm’dir (her şeyi işitir ve her şeyi bilir).” Yine Efendimiz (sas) uykuda korkan kimselere şu duayı öğretmiş: “Allah’ın gazab ve azabından, kullarının şerrinden, şeytanların vesvesesinden ve yanıma gelmelerinden Allah’ın tam olan sözlerine sığınırım.” Arkasından da böyle dua eden kimseye hiçbir şeyin zarar veremeyeceğini belirtir.
BUNLARA DIKKAT!
Uyku düzenin korumak, mümkün olduğunca aynı saatte yatıp kalkmak önemli. Uzun süre uykusuz kalmaktan, yorgunluktan ve stresten kaçının. Vardiyalı çalışıyorsanız karanlık ortamlarda uyuyun. Yatmadan önce ağır yağlı yemeklerden uzak durun. Aç uyumayın. Doktor tavsiyesi olmadan psikiyatri ve alerji ilaçlarını kullanmayın.
Uyku düzenin korumak, mümkün olduğunca aynı saatte yatıp kalkmak önemli. Uzun süre uykusuz kalmaktan, yorgunluktan ve stresten kaçının. Vardiyalı çalışıyorsanız karanlık ortamlarda uyuyun. Yatmadan önce ağır yağlı yemeklerden uzak durun. Aç uyumayın. Doktor tavsiyesi olmadan psikiyatri ve alerji ilaçlarını kullanmayın.
VİZYON VE GENÇLİK
“Gençlik bir yaşam dönemi değil, bir zihin halidir;
Pembe yanaklar, kırmızı dudaklar ve esnek dizlerle ilgili değil,
İradeyle, bir hayal gücünün kalitesiyle,
Duyguların gücü ile ilgilidir.
Yaşamın derin pınarlarının tazeliğidir.
Gençlik, cesaretin çekingenliğe,
Serüven arzusunun dinginlik sevgisine karşı,
Duygusal olarak baskın olmasıdır.
Bir çoğu kez, yirmilik bir delikanlıdan çok,
Altmışlık bir adamda görülür.
Kimse sadece yaşadığı yılların sayısı ile ihtiyarlamaz.
Biz ideallerimizi terk ettiğimizde ihtiyarlarız…
SAMUELL ULLMANPembe yanaklar, kırmızı dudaklar ve esnek dizlerle ilgili değil,
İradeyle, bir hayal gücünün kalitesiyle,
Duyguların gücü ile ilgilidir.
Yaşamın derin pınarlarının tazeliğidir.
Gençlik, cesaretin çekingenliğe,
Serüven arzusunun dinginlik sevgisine karşı,
Duygusal olarak baskın olmasıdır.
Bir çoğu kez, yirmilik bir delikanlıdan çok,
Altmışlık bir adamda görülür.
Kimse sadece yaşadığı yılların sayısı ile ihtiyarlamaz.
Biz ideallerimizi terk ettiğimizde ihtiyarlarız…
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)